16 Mayıs 2012 Çarşamba


Doç.Dr. Ayşe Nur TİMOR
İÜ, Edebiyat Fakültesi
Coğrafya Bölümü
BÖLGESEL COĞRAFYAYA GİRİŞ,  e-Ders
1.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
1. HAFTA
ÖZET:  14 haftalık derslerimizin ilki olan bu derste bölgesel coğrafyanın ne olduğu ve
gelişmeler, günümüzde bölgesel coğrafya ve bölge sınırlarının belirlenmesi üzerinde
durulacaktır. Ayrıca, çeşitli bölge ayırımlarından örnekler verilecektir. Dersi, aynı hafta ya da
ünitelere denk düşen Powerpoint sunularla birlikte izlemekte yarar olacaktır. Derslerimizde
konuları daha iyi anlayabilmeniz için yer alan bazı alıntılar sınav dışı tutulacaktır.
BÖLÜM 1: GİRİŞ: BÖLGESEL COĞRAFYA
1.1.BÖLGESEL COĞRAFYA VE GELİŞMELER
1.2.GÜNÜMÜZDE BÖLGESEL COĞRAFYA
1.2.1.LİTERATÜR
1.3.BÖLGELERİN BELİRLENMESİ1. GİRİŞ: BÖLGESEL COĞRAFYA
Coğrafyanın tanımı üzerinde uzun uzun yazılar yazılmışmış, çeşitli zaman dilimlerinde
değişik tanımlar geliştirilmiştir. Bunlardan bazıları coğrafya kamuoyunda taraftar bulmazken
ya da kısa bir süre için tutulurken,  bazıları uzun süre etkisini korumuş, bazıları da zaman
içinde değişime uğrayarak hep geçerli kalmıştır  –örneğin Richard Hartshorne’un, kısaca,
“coğrafya, mekânsal farklılıkları ve bunların nedenlerini araştıran, inceleyen bilim dalıdır”
diye özetlenebilecek tanımıdır. Bu tanım daha sonra coğrafyanın “mekânsal farklılık ve
benzerlikleri nedenleriyle birlikte araştıran bilim dalı” olduğu şeklinde geliştirilerek
sürekliliğini hep korumuştur.
Coğrafya uzun zamandır birbiriyle karşılıklı ilişkili ama karşıtmış gibi görünen dallara
ayrılmıştır:
Fiziki coğrafya              karşısında       Beşeri coğrafya
Bölgesel coğrafya                ”               Genel coğrafya
Tarihi coğrafya                   ”                 Çağdaş coğrafya
Determinist coğrafya          ”                 Possibilist coğrafya  
Bunların alt dalları halinde de çeşitli konular (jeomorfoloji, klimatoloji, nüfus coğrafyası,
yerleşme coğrafyası vb.) şeklinde ayırım sürüp gitmektedir. Aslında tüm bu dallar,
coğrafyanın farklı düşüncede olan coğrafyacıların konularını farklı  yollardan incelemelerine
izin verdiğini göstermektedir. Daha da önemlisi, tüm bu dallarda araştırma yapanları
coğrafyacı kılan ve başka bilim dallarındakilerden ayıran ortak bazı şeylerin bulunduğunu da
göstermektedir. Fakat, asla unutulmaması gereken husus coğrafyadaki her bir konunun –soyut
anlamda- her coğrafyacı için aynı önemi taşımadığı ve “yeryüzündeki olguların karşılıklı
ilişkilerinin incelenmesi olan” coğrafyada yalnızca iki yolun, iki bakış açısının varolduğudur:
(1) Olguları genelde inceleyen,  teori ve kurallar geliştiren sistematik ya da genel
coğrafya (başka bir deyişle de konusal coğrafya);
(2) Olguları, adına “bölge” denilen belirli mekân birimlerinde ayrıntılarıyla
inceleyen özel coğrafya, yani bölgesel coğrafya.
Önemli olan husus genel coğrafya konularının da bölgeye dayandırılacağıdır. Örneğin
klimatolojide dünyanın her bir iklim bölgesindeki iklim olayları incelendiğinde zaten bölgesel
coğrafya da yapılmış olacağıdır. Benzeri konular coğrafyanın fiziki ya da beşeri tüm konuları
için geçerlidir: Tarım coğrafyası tarım bölgelerini, turizm coğrafyası turizm bölgelerini ele almadan tam bir coğrafi inceleme sayılamayacaktır. Bununla birlikte, kabul edilmiş
anlamlarında “bölge” ve “bölgesel coğrafya” sözcüklerini kullanırken, bölgesel coğrafyanın
yeryüzünün bir kısmını derinlemesine inceleme yolunu ifade eden kavramları belirtmiş
olduğumuzu da eklemek gerekir. Bunu beşeri ya da fiziki coğrafya ağırlıklı olarak yapmak da
mümkündür ve bu durumda yapılan çalışma ya da araştırma “bölgesel fiziki coğrafya” (‘doğal
bölgeler’ gibi) ya da “bölgesel beşeri coğrafya” (“beşeri bölgeler” gibi) çalışması olacaktır.
Gerçekten de, çeşitli dallara ayrılmak coğrafyada kesinkes katı bir ayırım olacağı anlamına
gelmeyecektir: Fiziki ya da  beşeri olsun, genel ya da sistematik coğrafyanın, coğrafyanın
doğası gereği birçok konunun mekâna dayandırılacağı zaten ortada olduğuna göre, bölgesel
bir temelinin mutlaka olması gerekmektedir. Nüfusun, yerşeklinin, iklimin, ekonomik
faaliyetlerin vb’nin incelenmesi bir mekâna dayandırılacaktır. Bölgesel ve genel coğrafyalar
aslında birbirini tamamlayıcıdır ve coğrafyanın bu iki kısmı arasındaki dengeyi korumak
önemlidir. Bölgesel coğrafya çeşitli alanları ayrıntılı olarak inceleyip, örnek olayları ele
alırken çok sayıda konu arasında da bağıntılar kurmak zorundadır fakat genel kurallar
geliştiremez. Genel (sistematik) coğrafya ise belirli bir zamanda bir özelliği daha geniş bir
bakış açısıyla inceler ve belirli bir zamanda bir konuyu etkileyen faktörler üzerinde durur,
böylece de genel kurallar geliştirebilir. Bölgesel ve sistematik coğrafyaların birbirlerini
tamamlayıcılığı bölgesel coğrafyanın çok miktarda bilgi sağlayarak, her bölgeye ayrı ayrı
gidemeyecek olan genel coğrafyacıya katkıda bulunması; buna karşılık genel coğrafyacının da
bölgesel coğrafyacının çalışmalarına anlam katacak kural ve ilkeleri bir çerçeve halinde
sunarak katkı sağlamasıdır.
Buradan yüründüğünde, coğrafi yaklaşımın pratikteki sorunu bir coğrafyacı için
yeryüzünün tümünden daha küçük bir kısmını mı (bölgesel coğrafya) seçeceği yoksa çok
sayıda olay ya da olgu arasından (sistematik coğrafya) bir ya da birkaçını mı seçeceğidir. Her
iki yaklaşım da, bilindiği gibi, geçmişten buyana kullanılmıştır. Aslında sistematik bir konu
üzerinde  uzmanlaşan coğrafyacıların birer de bölgeyi benimsedikleri ve o bölge hakkında
özelleş-tikleri sık rastlanan bir durumdur  –bu bölge küçük bir yerel bölge olabileceği gibi,
büyük bir ülke ya da kıtasal ölçekte bir bölge de olabilmektedir.
1.1. BÖLGESEL COĞRAFYA VE GELİŞMELER
M.Ö. 3’üncü yüzyılda Eratostenes’in coğrafya terimini kullanmasından sonra, Romalılar
zamanına kadar, bir anlamı olan fizikî ve beşerî bölgeler ayırma yolundaki araştırmalar yerli
yerine oturmuş ve hazırlanan haritalar da sık sık iklim zonları kavramıyla bağlantı kurularak oluşturulmuştu. Örneğin Batlamyus (Claudius Ptolemy, MS 90-168) Geographike Huphegesis
adını taşıyan kitabında dünyayı bölgelere ayırmıştı. Ancak, coğrafyada “sistematik” (genel)
bakış açısıyla “bölgesel” (özel) bakış açılarının varlığını ve bunlar arasındaki ayırımı yapan
ilk Bernhard Varenius (1622-1650) olmuştur. Varenius Geographia Generalis adlı kitabında
hem iki bakış açısını ele almış ve hem de “özel coğrafya” dediği, günümüzün bölgesel
coğrafyasının temellerini atmıştır. Filozof Emmanuel Kant da coğrafyanın önemini “bölgesel
coğrafya”yla özdeşleştirerek, “tarihçilerin zamanı devrelere ayırmalarını coğrafyacıların
mekanı parçalara bölmesiyle” karşılaştırmıştı. Modern coğrafyanın kurucuları A. von
Humboldt ve C.Ritter de bölge üzerinde durmuşlar, onların koydukları temeller üzerinde
yürüyen Alman coğrafyacılar tarafından da “bölge” ondokuzuncu yüzyıl boyunca enine
boyuna tartışılmıştı. Bu coğrafyacıların başında da F.von Richthofen geliyordu. Von
Richthofen “sistematik coğrafyanın gerçek amacının belirli alanlardaki olguların karşılıklı
nedensel ilişkilerinin anlaşılması” olduğunu vurguluyor, bu anlayışın onun koroloji dediği
“tek tek bölgelerin yorumlanmasına uygulanacak ilkeler olarak açıklanabileceği”ni ekliyordu.
Onu izleyen A.Hettner de bölgesel coğrafyayı savunmuş ve coğrafyayı sistematik ve bölgesel
coğrafyaların bir bileşimi olarak görmüştü (Hartshorne 1939). Ama başka ülkelerde de
bölgesel coğrafyanın önemi üzerinde duruluyordu; örneğin İngiliz coğrafyacı Sir Halford
Mackinder, 1887’de, bölgesel coğrafyanın “yerel olarak değişiklik gösteren çevrelerin, bu
çevreler üzerindeki etkilerin izlerini süren esas özelliği”dir diyerek coğrafyanın temeli
olduğuna dikkat çekiyor; 1903’de de Herbertson’un “doğal bölgeler”le ilgili makalesi
yayınlanıyordu.
Bölge, öteden beri coğrafyada büyük önem taşımışsa da, özellikle Paul Vidal de la Blache
(1845-1918) ile birlikte daha da fazla ağırlık kazanmıştır (Picardie’yi ele alan gibi bölgesel
monografyaları dışında, 1910’da Fransa’nın bölgesel ayırımını yeniden yapmıştı). Vidal,
Ritter’inkine benzer bir görüşle coğrafyanın odak noktası olarak “içinde kültürel ve doğal
olguların birlikte incelenebilecekleri” bölgeyi alıyor ve her bir bölgeyi “insan ile fiziksel çevresi
arasındaki karşılıklı etkilenmenin biricik açıklaması olarak” kabul ediyordu. Bölgesel coğrafya
kavramının gelişmesinde öncü olan Vidal’in etkisindeki diğer coğrafyacılar yoluyla  bölgesel
coğrafya 20. yüzyıl başlarından 1950’lere kadar da neredeyse bir Fransız coğrafi bakış açısı haline
gelmişti. Bilimsel çalışmalara esas olabilecek bilgi birikiminin de belirli bir düzeye erişmesiyle
1900’lerden itibaren belli başlı ülkelerde bölgesel coğrafya çalışmalarının iyice arttığı
görülmektedir.Bölgesel coğrafya, Vidal’den sonra, Amerikalı coğrafyacılar arasında da yayılarak
tartışılmıştı. Örneğin N.Fenneman (1919) coğrafyanın kenarlarına, başka bilimlerin sınırlarına
doğru dağılmış çeşitli sistematik alt konularını birleştiren merkezin bölgesel coğrafya olduğu
üzerinde durmuş ve bir de model geliştirmişti. A.B.D.’nde ‘landscape’ gibi yeni bakış açıları
bölgesel coğrafyayla kıyaslanmış ve bölgesel coğrafyaya yeni kavramlar, yeni inceleme
yöntemleri de kazandırılmıştır. Örneğin Derwent Whittlesey (1954) bölgesel teori geliştirilmesi
üzerinde durarak “compage” deyimini geliştirmiştir  –“Compage” en karmaşık bölgedir  –bir
alandaki, bir bütünlük halinde birleşen tüm fiziki, toplumsal ve ekonomik özellikler sonucu
oluşan bölgedir. Whittlesey de, Vidal de la Blache (1902) gibi, “bölgesel coğrafyanın coğrafi
araştırmanın başlangıcı değil de vardığı zirve olması gerektiği”ne inanıyordu.
Çok daha sonra, 1964’deki yazısında Lukermann da coğrafyanın amacının dünya bölgelerinin
incelenmesi olduğunu ileri sürmüştü; James (1952;1971) ve başka birçokları da “bölge
kavramının coğrafyanın ana merkezi olduğu” görüşündeydiler. “Bölgeselleşme” yolundaki bu
gelişmeler coğrafyacıların ellerinde biriken, gittikçe de büyüyen çevresel ve kültürel bilgi yığınını
yorumlamalarına çok büyük ölçüde yardımcı olmuştur. Bu yaklaşım, aynı zamanda, dünyayı
geniş bir mekânsal perspektifle görmeyi de mümkün kılmıştır.
1.2. GÜNÜMÜZDE BÖLGESEL COĞRAFYA
1960’lı yıllarda coğrafyada teori arayışlarının hızlanmasıyla “klâsik” olarak nitelenen tarzda
bölge çalışmalarına eleştiriler getirilmişse de, coğrafyanın “bölgesel” odak noktası, bölgesel
bakış açısı asla yok olmamıştır. Haggett’in (1965) dediği gibi:
“Bölgeler, coğrafyada en merkezi konumu işgal etmişler ve coğrafi literatürde de artık
“klâsik” olarak nitelenen çalışmaların çoğunu bölgesel monografyalar oluşturmuştur. Her ne
kadar bölgeler bazen ağır bir top ateşine tutulmuşlarsa da, ... coğrafi bilgileri düzenlemede,
organize etmede en mantıklı ve en doyurucu yollardan birisi olmayı da sürdürmektedirler.”
Değişen bölgelerin yarattığı karmaşık mozaiğin anlaşılması, en iyi bir şekilde, her bölgenin ayrı
ayrı geçmişi, bugünü ve gelecekteki olası özelliklerini etkileyen belirli bazı kritik karşılıklı
etkilenmelerin göz önüne alınmasıyla olabilecektir. Bölgenin geçmişi, bölgenin karakterini
kazanmasında orada yaşayan insanların oynadığı egemen rolü ifade eder. İnsanlar benzer doğal
çevrelere farklı yollardan tepkide bulunur, tavır alırken, doğal çevrenin her bir unsurunun gelişme
açısından farklı potansiyele sahip olduğunu düşünürler. Örneğin Büyük Sahra’nın kenarları
göçebe halkların günümüze kadar süren yaşam alanı olarak kalırken, Pakistan’daki çöller daha 19.
yüzyıl sonlarında İngiliz mühendisler tarafından tarımsal iyileştirme alanı olarak ilan edilmişlerdi.
A.B.D.’nde Los Angeles şehrinin yayılma olgusu da bir çöl çevresine şehirsel tepki olmuştur –
bunlar insanın çevreyi etkilediğine ilişkin örneklerdir. Buna karşılık, farklı çevrelerde birbirine benzer yerleşme kalıpları, insan örgütlenmeleri meydana gelebilir. Örneğin çok büyük bir alan
kaplayan A.B.D.’nde ülke sınırları içinde kalan kurak, nemli, suptropikal ve ılıman iklim
çevrelerinde benzer ekonomik, toplumsal ve siyasal sistemler gelişmiştir.
Bir bölgenin sahip olduğu özellikler de içinde yaşayan insanlar üzerinde etkili olabilir. Her bir
bölge içinde insan faaliyetlerinin gerçekleştirildiği bir çevredir. Bir bölgede yaşayan insanlar
yalnızca onun özelliklerini değiştirmekle kalmaz, aynı zamanda da doğal çevre tarafından kabul
ettirilmiş sınırlar içinde ve orada işleyen ekonomik, toplumsal ve si-yasal sistemlere göre yaşar ve
çalışır ve karşılığında da bölgeye kendi karakterini kazandırırlar. Böylece, görüldüğü gibi, iki
yönlü bir süreç işlemektedir. Bölgelerin ayırt edici özelliklerini yaratmada insanlar başlıca gücü
oluştururken, kendileri de başka unsurlar tarafından yaratılmış bölgesel özelliklerden etkilenirler.
Hiçbir bölge ayrı bir kimlik, ayrı  bir bütünlük halinde değildir ve her bir bölge diğeriyle
küresel siyasal, ekonomik ve kültürel değişimleri teşvik edecek süreçler yoluyla etkileşim
halindedir. Ayrıca, dış ve iç güçlerin uzun bir zaman boyunca bölge üzerinde yarattığı baskıların
etki derecesindeki değişimler bölgenin karakterini de değişime uğratırlar.
1.2.1.Literatür
Coğrafyanın sistematik bölümleri başka bilim dallarının araştırma alanlarıyla geniş ölçüde üst
üste geçtiği ve özellikle konuların sınırlarına denk düşen araştırmaların çoğu  coğrafyadan
oldukça uzak kalabildiği halde, bölgesel kavramların coğrafyadaki merkeziliği konusunda çok
az tartışma ortaya çıkmıştır. Bölgesel coğrafya geleneksel olarak coğrafyanın çekirdeğini
oluşturmuştur ve gerçek anlamda da esas karakterini yansıtmaktadır. Coğrafyacı olmayanlar
için de “coğrafya, bölgesel coğrafyadır”.
Doğal olarak, bölgesel kavramın eskiden beri tartışıldığı coğrafya metodolojisiyle ilgili
kitaplar (örneğin Hartshorne 1939, 1959) dışarıda tutulursa, önemine rağmen bölgesel
coğrafyanın amacı, felsefesi ve metodolojisiyle ilgili kitap çapında yayınların çok az olduğu
görülür. Bununla birlikte, bunlardan bazıları oldukça yeterlidir. Örneğin R. Minshull’un
Regional Geography: Theory and Practice (1967) adlı kitabı bunların başında gelir.  Tüm
coğrafya içinde bölgesel coğrafyanın durumunu açıkça ortaya koyan bu kitap hem analitik
hem de tarihseldir. Dickinson (1976) da benzeri bir değerlendirmeyi bölgesel kavramı
Amerikan coğrafyasının önde gelenlerinin görüşlerine göre yapmaktadır. Son olarak, Fransız
coğrafyacı Paul Claval 1968’de yayınlanan kitabında bölgesel coğrafyayı değişik mekân
ölçülerinde değerlendirip, ülkelerle bağlantılandırırken, 1993’de Fransızca, 1998’de de
İngilizce çevirisiyle yayınlanan Bölgesel Coğrafyaya Giriş adını verdiği kitabında ise bölgesel coğrafyaya alışılmışın dışında çok farklı bir şekilde yaklaşmaktadır. Bölgesel coğrafya
tartışmasına az yer verilen kitabında kısmen bölge bilimcilerin matematiksel yaklaşımlarını
kullanırken, daha çok “mekânın bölgesel örgütlenmesi” olarak aldığı bölgesel coğrafyaya
“gelişmişlik-azgelişmişlik” açısından bakarak konuyu örnek olaylarla değerlendirmeye
çalışmaktadır.
Buna karşılık, “bölge”nin çeşitli özellikleri, yapısı, sınırları, meydana getirdiği sistemler
(Hall 1935; James 1952;  Ackerman 1953; Robinson 1953; Whittlesey 1954; Platt 1957;
Gilbert 1960; Grigg 1965; Folke 1965; Juillard 1962 ve 1977; Lewis 1968; Vallega 1982 vb.)
bölge kavr-mının ve bölgesel coğrafyanın geçirdiği değişimler, sorunları ve eleştiriler
(Wrigley 1965; McDonald 1966; Fisher 1970; Paterson 1974; Pudup 1988; Johnston ve diğ.
1990), “mekân”, “yer” gibi başka kavramlarla ilişkileri (Couclesis 1992; Seddon 1997) çok
sayıda coğrafyacı tarafından makale düzeyinde ele alınmıştır. English ve Mayfield’in (1977)
derlediklerine benzer yayınlarda da bölgeyle ilgili çeşitli makalelere yer verilmiştir. Ayrıca,
sistematik konuların bölgesel ele alınışında da çok sayıda örneğe rastlanır. Bunların en temel
öneme sahip olanlarından yalnızca makale olarak birkaçı, geçmişten bu yana, Brunhes’ün
(1895) sulama; Jonasson (1925), Hartshorne ve Dicken (1935), Whittlesey (1936) ile
Chisholm’ün (1963) tarım bölgeleri; Strong’un (1937) sanayi bölgeleriyle ilgili çalışmaları
verilebilir; ancak bu tür çalışmaların bir döküm yapılamayacak kadar sonsuz sayıda çoğalmış
ve çok çeşitlenmiş olduğunu yinelemek gerekir.
Beşeri coğrafyada olayların mekânsal dağılışının analizinde rastlanan kantitatif yaklaşım,
bölgesel coğrafya dışında bir gelişmeye de yol açmıştır. “Bölgesel Bilim” adı altında, daha
çok istatistiksel uygulamalara yer verilen bu akım, H. de Blij’ın da vurguladığı gibi,
geleneksel bölgesel coğrafyaya yeni bir yaklaşımı temsil ederek, aslında bölgesel coğrafyanın
ta kendisidir. Bu görüş de R.E.Dickinson’ın  Regional Ecology: The Study of Man’s
Environment  adlı kitabında (1970) uzun uzun tartışılmıştır (Dickinson’un City, Region and
Regionalism: A Geographical Contribution to Human Ecology –1952- adlı ilk 1947’de
yayınlanan kitabında da bölge tartışması şehirle bağlantılı olarak yapılmaktadır). Bölge-sel
coğrafyanın geleneksel yorumundan türemediyse de, bölgesel bilim adına yapılan bazı
çalışmalar bölgesel coğrafyayla metodolojik bakımdan değil, fakat bakış açısı bakımından
ortak temelleri paylaşmaktadırlar. Farklılıklara rağmen, ortak sorun ve konulara ışık tutabilen
bu yayınlardan birisi W.Isard’ın Introduction to Regional Science’ıdır (1975).
Bölgesel coğrafyanın incelenmesinde hem kaynak hem de bölgesel coğrafyaları ortaya
koyacak literatür, kaçınılmaz bir şekilde çok genişlemiştir. Bu literatürün değerlendirilmesi, Brewer’a göre (1978), iki önemli sorunu karşımıza çıkarmaktadır.  Birincisi, sistematik ve
bölgesel coğrafya arasındaki ayrımın, literatür bakımından yapay olduğudur. Gerçekten de,
birçok sistematik konu özel bir bölgesel örnek çalışmaya dayandırılarak ele alınmaktadır ve
bunlar da bir bölgenin o konuda daha ayrıntılı olarak araştırılması için bir kaynak malzeme
haline gelmektedirler. Sistematik coğrafya 1990’ların bölgesel coğrafyasıyla sıkı sıkıya
bağlantılı olduğundan, günümüzde geçmiştekinden çok daha fazla her konusal alt alanın bir
bölgesel tabanı vardır. Daha önce belirtildiği gibi, coğrafyada her sistematik olayın mekânda
vuku bulduğundan yürünürse, bölgesel coğrafyanın daha da önem kazandığı görülür. İkinci
güçlük de ölçek sorunudur. “Bölgesel coğrafya” terimi yerel çalışmaların alansal hedefi
hakkında bir fikir verememektedir  –örneğin bir kıta da bir sokak da bölge olarak
alınabilmektedir. Bu iki nedenden ötürü konu hakkındaki literatür korkunç büyük boyutlara
varabilmektedir.
Bölgesel çalışmaların çoğu, özellikle beşeri coğrafya bakımından çok çabuk
eskiyebilmektedir. İşte bu nedenle de Hurst (1972) “bölgesel kavram, dinamik dünya
sisteminin parçası değil, belirli bir zamanda yalnızca bir nokta için geçerli olan, gerçeğe
durağan bir bakış olduğu”nu ileri sürebilmektedir. Bununla birlikte, bölgesel çalışmalar
yapıldıkları tarihteki durumu ortaya koydukları için daha sonraki karşılaştırmalara zemin
oluşturabilmekte, meydana gelen değişimler bakımından karşılaştırma olanağı
sağlayabilmektedirler. Çeşitli devrelerde yapılan çalışmaları içine alan bölgesel coğrafya
literatürünün kapsamı sistematik konularınkinden çok daha geniştir ve bu yüzden de hem
konuya hem de bölge ya da mekâna göre sınıflandırmayı gerektirirler.
Günümüzde bölgesel coğrafyayla ilgili –bazıları biraz önce belirtilen- hem genel ve hem
de yerel çalışmaların sayısı çok büyük boyutlara erişmiştir. Dergileri ve içinde çıkan yazıları
sıralamanın olanağı yoktur. Bununla birlikte, coğrafyada bölgesel coğrafyanın temellerini
ortaya koyan ve asla eskimeyecek bazı yayınlar da vardır. Bunların başında da modern
bölgesel coğrafyanın öncüsü Paul Vidal de la Blache’ın  Tableau de la Géographie de la
France  (1903) ve  Géographie Universelle’i  (1927-1955 arasında L.Gallois tarafında
sürdürülmüştür) gelir.
Ders kitapları arasında dünya bölgesel coğrafyası adını taşıyanlar da oldukça önemli
miktarlara varmıştır; ama bunların en önemli dezavantajı çabuk eskiyebilmeleridir. Özellikle
1990’lı yıllarda SSCB’nin dağılması ve Doğu Avrupa’nın kapitalistleşme ve batıyla
bütünleşme süreci içine girme çabaları, Balkanlardaki parçalanmışlığın daha da büyük bir parçalanmışlığa dönüşmesi, daha az etkili olarak Asya ve Afrika’daki gelişmeler, aynen
haritalar gibi, bölgesel coğrafya ders kitaplarının sürekli yenilenmesini zorunlu kılmaktadır.
Geçmişteki dünya bölgesel coğrafya kitapları arasında Morris ve Freeman’ın (1972)
World Geography; Wheeler, Kostbade ve Thoman’ın (1975)  Regional Geography of the
World: An Introductory Survey; Heint-zelman ve Highsmith’in (1973)  World Regional
Geography; Stembridge’in (1974)  The World: A General Regional Geography; Russell,
Kniffen ve Pruitt’in (1969) Culture Worlds gibi kitapları önde gelenlerdir. Bunlardan bazıları
yenilenerek tekrar tekrar fakat bazen yazarlardan birisi değişerek yayınlanmıştır. Amerikalılar
yakın yıllarda dünya bölgesel coğrafya kitapları üzerinde durmaya ve renkli yayınlar yapmaya
başlamışlardır. Bunlardan H .de Blij ve P.O.Muller’in (1997) kitabı “gümüş yıldönümü”nü
kutlamıştır. Birçok yayınevi bölgesel seriler çıkarmaktadır. Örneğin Longman Landscapes
bakışı altında ülkelerin birçoğu üzerinde bölgesel coğrafya kitapları yayınlamıştır (örneğin
Birdsall ve Florin 1992; Heath-cote 1975 gibi).
Dünyanın küçük alt-bölgeleri üzerine ünlü coğrafyacıların ayrıntılı bölge çalışmaları
yayınladıkları da bilinmektedir. Örneğin M.R. Shackle-ton’ın (7. baskı Longmans 1964)
Europe Regional Geography’si ve Jean Gottmann’ın  A Geography of Europe’u (4. baskı
Rheinhart, Holt ve Winston 1969) bunlar arasında en ünlüleridir. Shackleton ve diğerlerinin
kitapları bölgeler ve altında ülkeler olarak bir bakış açısına sahipken, Gottmann’ınki bir
ayrıcalıktır ve holistik bir yaklaşıma sahiptir.
Bu kitabın konusunu oluşturan Avustralya, Yeni Zelanda ve Pasifik Adalarıyla ilgili
yayınlar ya ayrı ayrı kitap halinde yapılmış ya Pasifik veya Okyanusya başlığı altında
toplanarak ya da Asya’nın bir bölgesiyle birleştirilerek yapılmıştır. Güney  Pasifik ile ilgili
olarak C.H.R.Taylor’ın A Pasific Bibliography: Printed Matter Relating to the Native Peoples
of Polynesia, Melanesia and Micronesia (ikinci baskı 1965) literatür bakımından iyi bir
başlangıç sayılabilirse de, kitap Avustralya’yı dışarıda bırakarak bölgedeki yerli halklarla
ilgili yayınları sıralamaktadır. Buna karşılık, Avustralya ile ilgili D.H.Borchardt’ın Australian
Bibliography: A Guide to Printed Sources of Information (üçüncü baskı 1976) da bu ülke
üzerine ayrıntılı bibliyografya sunmaktadır.
Güney Pasifik ya da Okyanusya üzerine yayınlanan çeşitli kitapların başında gelenlerden
birisi ilk kez 1960’da yayınlanan K.W. Robinson’un (1974) Australia, New Zealand and the
Southwest Pasific adlı kitabıdır. Daha çok bölgesel açıdan bakılan kitapta sistematik konulara
çok az yer verilmiş, Avustralya, Yeni Zelanda ve Pasifik Adaları bölgeler halinde ele
alınmıştır. Cumberland’ın (1968, dördüncü baskı)  Southwest Pacific: A Geography of Australia, New Zealand and Their Pacific Island Neighbors adlı kitabı kültürel bakımından
uzak toplumların coğrafi bakımdan yakınlıklarının ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaya
çalışırken, Rose’un (1966) Dilemmas Down Under: Australia and the Southwest Pacific’i bu
konuda daha başarılı olmaktadır. T.L. McKnight’ın (1995) Okyanusya’yı ele alan kitabı da
hemen hemen en yenilerden birisidir. O.W. Freeman’in derlediği (1951’den sonra çeşitli
baskıları yapılmış)  Geography of the Pacific’te yer alan 19 yazıda daha çok adalara önem
verilmekte, Avustralya ve Yeni Zelanda üzerinde daha az durulmaktadır. Spate de (1956) aynı
bölge hakkında bir kitap yayınlamıştır.
Avustralya üzerine de çok sayıda yayın yapılmıştır. Bunlardan bazıları ülkeyi bütünsel
olarak ele alırken (Taylor 1959; Spate 1968; Mc-Knight 1970; N. ve A.Learmonth 1972;
Raymond 1979; Heathcote 1975, 1994; Walmsley ve Sorensen 1993; Löffler ve Grotz 1995
gibi), bazıları da tek bir konu üzerinde durmaktadır (Heathcote ve Mabbutt 1988; Hofmeister
1988 gibi). Buna karşılık bir kısmı da çeşitli makaleleri içeren derleme (reader) türü yayınlar
(Dury ve Logan 1968; Jeans 1986 ve 1987 –ilki 1977 idi) halindedir.
Yeni Zelanda’yı ele alan standart coğrafya kitapları arasında K.B. Cumberland ve
J.S.Whitelaw’un (1970) New Zealand adlı kitapları ile R.D.Mayhill ve H.G.Bawden’in (1966)
hazırladıkları  New Zealand Geography  hemen hemen ilk olanlardır (yukarıda sıralanan,
Pasifikle birlikte alınanlar dışında) başta gelmektedir. Son olarak, Pasifik adalarının çe-şitli
kısımları da ayrı ayrı değişik kitaplara konu olmuşlardır. Örneğin B.Malinowski’nin (1965)
mercan bahçelerini, H.C. Brookfield ve D. Hart’ın (1971) Melanezya Adaları’nı ve K.
Brower’ın (1981) Mikronezya’yı ele alan kitapları en dikkati çekenlerdir.
1.3. BÖLGELERİN BELİRLENMESİ
Coğrafyada bölgeleri belirlemede önceleri genellikle doğal koşulların kriter olarak alındığı
görülür; kuşkusuz bunda determinist görüşün de etkisi olmuştu. Böylece, ya “doğal bölgeler”den
ya da ekvatoral, Muson ya da Akdeniz bölgeleri gibi, bir ya da daha  çok çevresel koşulun
ağırlığını hissettirdiği belli başlı alanlardan (fiziki, beşeri ve ekonomik özellikleriyle birlikte) söz
ediliyordu.. Böyle bir yaklaşımda, söz konusu bölge kendi başına bir bütünlük oluşturuyorsa ve
dünyanın geri kalan kısımlarından farklılaşıyorsa coğrafi bakımdan incelenmeye değerdir.
Gerçekten de bu tür bir ayırım mekanı bölme yollarından birisi olabilir; fakat coğrafi
bölgelerin belirlenmesinde, insanın gittikçe artan etkisi de dikkate alınırsa, yeterli olmadığı da
açıktır. Bununla birlikte, temel karakterin fiziki bir unsurun türdeşliğine dayandığı bölgeleri
ayırt etmek de hâlâ mümkündür. Tek bir unsurun türdeşlik gösterdiği mekân birimlerinin ayırt edilmesiyle de  şekilsel (formal) ya da  türdeş (homojen)  bölgelerden söz edilmiş olunur.
Bunlar, belirli tek bir özelliğin tekdüzeliğine dayanırlar: Sayım bölgeleri, daha büyük bölgeler
içindeki tali bölgeler ya da Türkiye’de “seçim bölgeleri” ve Devlet İstatistik Enstitüsü’nün
“tarım bölgeleri” şekilsel bölge örnekleridir. Bunlar, istatistik bilgi toplamak ve geniş ölçekli
bölgesel karşılaştırmaları kolaylaştırmak amacıyla tasarlanmışlardır; fakat idari bir
fonksiyonları ya da herhangi bir  nodal  (çekirdeksel/düğümsel) merkezleri yoktur. Diğer
yandan, mekânın örgütlenmesinin daha iyi anlaşılabilmesi için işlevsel (fonksiyonel) bölgeler
ayırımının daha uygun olacağı ileri sürülmektedir. Örneğin, “şehir bölgeleri” denildiğinde
işlevsel ilişkiler açıkça hissedilmektedir. Bir şehir bölgesi şehrin çevresinde yer alan, hem
şehrin dükkânlar, mesleki hizmetler vb.’ni sağlayarak hizmet verdiği ve hem de karşılığında
gıda maddeleri, su, işgücü vb. sağlayarak şehre hizmet eden alandır. Fakat işlevsel bölgelerde
karmaşık karşılıklı ilişkilerin uzantısının, başka sözcüklerle de bölgenin sınırlarının ölçülmesi
önemli bir sorundur.
Giderek “daha küçük bölgelere ayrılamayacak hiç bir mekân parçası yoktur” fikrinin
ağırlık kazandığı görülmektedir. Bir odadan başlayıp bir ülke-devlete, hatta yerküreye kadar
uzanan her yer artık bir  bölge olarak kabul edilebilmektedir. Bu tür bölgeler arasında ulus
devletler de yer alırlar. Küresel alem içinde de bölgeler yerelden başlayıp kıtasala kadar
uzanan çeşitliliktedir. Bunları çeşitli aşamalarda ele alabiliriz: Örneğin  belli başlı dünya
bölgeleri birkaç ülkeyi içine alarak bir kıtanın büyük bir kısmını ya da tümünü içine alabilen
bölgelerdir. Bu bölgeler çeşitli yazarlara ve çeşitli kriterlere göre değişik biçimde
ayrılabilmektedir; hatta çokları bütünüyle dünyaya “gelişmiş” (ya da “sanayileşmiş”)  ve
“gelişmekte olan” şeklinde iki bölge olarak bakma eğilimindedir ve “gelişmişlik-az
gelişmişlik” ya da “gelişmekte olmayı” ayırt etmede birçok faktör kullanılmaktadır.
Coğrafyacıların dünyayı küresel bölgelere ayırırken izledikleri genelde birbirine benzer,
özelde ise bazı farklılıklar gösteren bölge ayırımları vardır: Örneğin, en yakın zamanlı
bölgesel coğrafya kitaplarından “Dünya Bölgesel Coğrafyası”sında H.de Blij ve P.Muller
(1997) 12 bölge ele almaktadırlar: Avrupa, Rusya, Kuzey Amerika, Orta Amerika, Güney
Amerika, Kuzey Afrika/Güneybatı Asya, Sahra-altı Afrika, Güney Asya, Doğu Asya,
Güneydoğu Asya, Avustralya ve Pasifik Alemi gibi. Buna karşılık, Bradshaw  (1997) 9’a
ayırdığı bölgelerinde Do-ğu Avrupa’yı Rusya ile birlikte alırken, bu kitabı konusunu
oluşturan Avustralya, Yeni Zelanda ve Pasifik adalarını da “Güney Pasifik” şeklin-de tek bir
bölge altında toplamaktadır.Ayrıca, genelleştirilmiş olarak kabul edilen belli başlı dünya bölgeleri içinde yine büyük
sayılabilecek alt bölgelerin ayrımına da gidilebilmektedir. Belli başlı dünya bölgelerinin bu alt
bölgelerini bazen tek tek ülkeler bile oluşturabilmektedirler. Bu tür ülkelerin belli sınırlar içinde
siya-sal bütünlük göstermeleri ayrı birer alt bölge olarak alınmalarını kolaylaştırmaktadır.
Gerçekten de Rusya, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya ve Hindistan gibi çok büyük
ülkeler zaten bulundukları kıtada birer alt bölge halindedirler. Yerel bölgeler ise ayrı ayrı ülkelerin
kendi içlerinde ayırt edilebilecek, büyüklük ve özellikleri birbirinden farklı daha küçük alanlardır.
Bir şehirsel alan olabileceği gibi, kendini kabul ettirmiş tarımsal üretim alanı ya da fiziksel bir
özelliğin ağır bastığı bir alan da olabilmektedirler. Her ölçekte bölgeler fiziksel özelliklerle
sınırlanırlar; bu bir kıyı çizgisi, dağ sırası ya da akarsu olabildiği gibi, ülkelerin siyasal sınırları da
olabilmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder