13 Mayıs 2012 Pazar

2. HAFTA: SON OSMANLI MECLİS-i MEBUSAN’I MİSAK-I Mİlli ve SONRASI

1
2. HAFTA: SON OSMANLI MECLİS-i MEBUSAN’I MİSAK-I Mİlli ve
SONRASI
Özet:
Bu haftanın konusu, Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin seçilişi, bünyesi ve yapısıdır.
Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920’de açılış toplantısını yapmıştır. Meclis, bağımsızlıktan yana
olan güçleri sevindirirken, bazı çevreleri de tedirgin etmiştir. Misak-ı Milli’nin anahatları da
bu Meclis’te oluşturulmuştur. Bu sırada Mustafa Kemal Ankara’ya gelmiştir. Mustafa
Kemal’in Ankara’dayken Mebusan Meclisi’ne ilişkin başlıca amacı, Meclis’te bir “Müdafaa-i
Hukuk Grubu” kurmak ve dağıtılacağı neredeyse kesin olan bu Meclis yerine, başka bir yerde
toplantı çağrısı yapabilmeyi de olanaklı kılacak bir sorumluluk olan Meclis Başkanlığı’nı
almaktı. Ancak Mustafa Kemal, başkanlığa seçilemeyecektir. Derste, dönemin cephelerine de
kısaca göz atılacaktır. Uzun aradan sonra 12 Ocak 1920’de ilk açılış toplantısını yapan
Mebusan Meclisi’nin, Erzurum ve Sivas Kongreleri kararları temel alınarak saptanan Misak-ı
Milli en önemli görüşmelerinden biridir. 28 Ocak 1920’de Ahdı Milli Beyannamesi olarak
görüşülmüştür. Misak-ı Milli devrimin en önemli dış politika tezini ve hareketin yol haritasını
oluşturacaktır. İstanbul’un resmen işgaliyle görüşmelerini erteleyen Meclis-i Mebusan, siyasal
yetkisini Ankara’da kurulacak olan yeni meşru parlamentoya devredecektir. Bu süreçte işgal
devletlerinin ve işbirlikçi grupların tutumları derste analiz edilecektir.
2.HAFTA:    SON OSMANLI MECLİS-İ MEBUSAN’I, MİSAK-I MİLLİ VE
SONRASI
Ali Rıza Paşa Kabinesi, Müdafaa-i Hukuk’la anlaştıktan sonra 9 Ekim 1919’da Mebuslar
Seçimine Mahsus Kararname’yi yayınladı, bu tüm illere duyurularak seçimlere başlanılmasını
emretmişti. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bu son seçimler 1908 tarihli İntihabı Mebusan 2
Kanunu Layihası’na göre yapılmıştır. Bu layihaya göre her elli bin erkek seçmen için bir
milletvekili seçilir ve seçimler çift dereceli yapılırdı. Seçimlerde herhangi bir dil, din, ırk vb.
ayrım yapılmaz, sadece kadınlar oy kullanamazdı. Seçmen yaşı yirmi beş idi. Seçmen listeleri
her ilçedeki denetim kurulları tarafından düzenlendikten sonra askıya çıkardı. On beş günlük
askı süresinde bu listelere önce denetim kurallarına, sonra da yargı organlarına itiraz
edilebilinirdi. Bu birinci dereceden seçmenler, her beş yüz birinci seçmen için bir “ikinci seçmen”
seçerlerdi. İkinci seçmenler milletvekili olma koşullarına sahip olan istedikleri bir adaya oy
verebilirlerdi, gösterilen adaylarla bağlı değillerdi. Milletvekili olabilmek için, ikinci seçmen
olabilme koşulları yanısıra otuz yaşını geçmiş olmak ve Türkçe bilmek zorunluluğu vardı.
Seçimler; ikinci seçmenlerin seçilmesi farklı zamanlarda olabildiğinden farklı yerlerde farklı
zamanlarda sonuçlanabilirdi. 1919 Ekim’i ortalarında başlayan seçimlerde sonuçlar Kasım ayı
boyunca alınmıştı.
Seçimlere Osmanlı İmparatorluğu içindeki gayr-i müslim azınlıklar katılmama kararı aldığı
gibi Hürriyet ve İtilâf Fırkası da seçimleri boykot etti. Ancak bu boykotun her yerde sonuç
vermediği kimi Hürriyet ve İtilâfçılar’ın seçimlere girerek kazandıkları görüldü. Yine boykot
kararına rağmen seçimlerde Hürriyet ve İtilâfçılar’ın, Teceddüd Partisi olarak örgütlenmeye
başlayan İttihatçılar ve Müdafaa-i Hukukçuların yarıştığı anlaşılıyordu.
Meclisi Mebusan 12 Ocak 1920 tarihinde 72 kişi ile toplanarak ilk oturumunu gerçekleştirdi.
Burada  Müdafaa-i Hukukçular  çoğunluktaydı. Sultanın rahatsızlığı nedeniyle katılmadığı
oturumda onun adına açış nutkunu İçişleri Bakanı Damat Şerif Paşa okudu. Son gelişmelerin
ele alındığı konuşmada İşgalci devletler kınanıyor ve meclise başarılar dileniyordu.
Meclisin  açılışı iyimser bir hava yarattı. Herşeyden önce  bağımsızlığından yana olan
temsilcilerin ağır bastığı bir meclisi çalışmalarına başlamıştı. Ayrıca Ali Rıza Paşa, Heyet-i
Temsiliye’nin Amasya’dan beri süren uzlaşıcı tutumuna bir ödül olarak Harbiye Nazırı
Mersin’li Cemal Paşa’nın ve Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa’nın Batı cephesindeki Kuvayı Milliye’yi destekleyen ve düzenlemeye çalışan çabalarına göz yummuştu.
İlk oturumda çoğunluk sağlanamamıştı. Son Osmanlı Mebusu Meclisanı’na seçilen üye sayısı
170 kadardı. 22 Ocak’ta yapılan ikinci oturumuna 25 yeni milletvekili katılınca, çoğunluk
sağlanmış oldu. Mustafa Kemal baştan itibaren işgal güçlerinin denetimindeki İstanbul’da
toplanan bir meclisten etkili sonuçlar alınabileceğine inanmıyordu. Bununla birlikte 3
beklentileri iki noktada toplanıyordu. İlk olarak  Müdafaa-i Hukuk Grubu adıyla  bir grup
kurulmasını istiyor bunun ardından Meclis başkanlığına kendisinin seçilmesini arzu ediyordu.
Ancak Meclis başkanlığı konusu gündeme geldiğinde İstanbul’da olmayan bir ismin bu
göreve getirilmesinin uygun olmayacağı şeklinde görüşler dile getirilmişti. Nitekim bu direnç
sonunda Meclis 31 Ocak’ta İstanbul milletvekili Reşad Hikmet Bey’i başkanlığa seçmiş ancak
Reşad Hikmet’in  bir ay sonra  ölümü üzerine Celalettin Arif Bey  onun yerine getirilmişti.
Benzer şekilde Müdafaa-i Hukuk Grubu kurdurma girişimleri de beklenen sonucu vermemiş
nihayet Felah-ı Vatan (Vatanın Kurtuluşu) adıyla bir grup oluşturulmuştu. Zor koşullarda
toplanan Son Mebusan Meclisi’nin ihtilal hareketi içindeki en önemli misyonu 28 Ocak 1920
tarihli gizli toplantıda  ana hatları görüşülen ve  17 Şubat’ta  kamuoyuna duyurulan Misak-ı
Milli’nin ilanıydı.
Ancak Meclisin toplanması bile İngiliz işgalci güçlerini rahatsız etmiş ve baskıların artmasına
neden olmuştu. İngilizler 21 Ocak 1920’de Hükümetten  Harbiye Nazırı Cemal Paşa ile
Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa’nın istifasını istemişler bunun sonunda Cemal Paşa istifa
etmişti. 3 Şubat 1920 tarihinde ise Fevzi (Çakmak) Paşa Harbiye Nazırlığı’na atanmıştı.  9
Şubat 1920’de Ali Rıza Kabinesi programı mecliste okundu ve Ali Rıza Kabinesi 108
milletvekilinden 104’ünün oyunu alarak güvenoyu sağladı.
Ancak son Osmanlı Meclisi’nin yaptığı iki büyük hizmet vardır. Bunlardan biri Erzurum ve
Sivas kongrelerinde alınan kararlara dayanan Misak-ı Milli’nin yayınlanması, diğeri de İngiliz
işgalinden sonra toplantılarına resmen ara vermesidir. Daha sonra bu gerekçelerle
Ankara’daki Büyük Millet Meclisi meşruluğunu savunacak ve dünyaya onaylatabilecektir.
Misak-ı Milli önceleri Mustafa Kemal İstanbul’a gitmekte olan milletvekilleriyle Ankara’da
görüşürken, Erzurum ve Sivas kararları temel alınarak saptanmıştı. Bu temeller çerçevesinde
28 Ocak 1920 tarihinde Osmanlı meclis-i mebusanı Ahdı Milli Beyannamesi adı altında,
aşağıdaki bildiriyi görüştü ve oluşturdu:
Osmanlı meclis-i mebusan üyeleri, devletin bağımsızlığına ve milletin güvenilir bir gelecekte
haklı ve sürekli bir barışa kavuşabilmesinin, yapılabilecek fedakârlığın en çoğunu kapsayan
aşağıdaki esaslara tam olarak uymakla sağlanabileceğini ve bu esaslar dışında kalacak bir
Osmanlı Devleti’nin devam ve varlığının imkânsız olduğunu kabul ve tasdik eylemişlerdir.4
Madde 1- Osmanlı Devleti’nin 30 Ekim 1918 günlü mütarekenin yapıldığı
sırada düşman ordularının işgali altında kalan Arap çoğunluğunun oturduğu kısımların
kaderi halklarının özgürce verecekleri oylara göre belirtilmek gerektiğinden, sözü
edilen mütareke hattı “içinde ve dışında” dini, soyu, istekleri bir olan ve birbirlerine
karşılıklı saygı ve fedakârlık duyguları taşıyan, sosyal haklarıyla çevre koşullarına
uymuş bulunan Osmanlı-İslâm çoğunluğunun oturduğu bölgelerin tümü “fiilen ve
hükmen” ve “hiçbir sebeple” ayrılık kabul etmez bir bütündür.
Madde 2- Halkının ilk serbest kaldığı zamanki oylarıyla anavatana katılma
kararı vermiş olan Elviye-i Selase (Kars, Ardahan, Batum) için gerekirse tekrar serbest
oylamaya başvurulmasını kabul ederiz.
Madde 3- Türkiye ile yapılacak barışa dek ertelenen Batı Trakya’nın hukuki
durumu da orada oturanların özgürce kullanacakları oylara göre belirtilmelidir.
Madde 4- İslâm halifeliğinin, Osmanlı padişahlığının ve hükümetinin merkezi
olan İstanbul şehri ile Marmara Denizi’nin güvenliği korunmalıdır. Bu temel
korunmak koşuluyla Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının dünya ticaret ve ulaştırmasına
açık tutulması hakkında bizimle öteki ilgili devletlerin oybirliğiyle verecekleri karar
geçerlidir.
Madde 5- İtilâf Devletleri ile hasımları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılan
anlaşma esaslarına göre azınlıklar hukuku -komşu ülkelerdeki Müslümanların da aynı
haklardan yararlanacakları güveniyle- tarafımızdan pekiştirilecek ve sağlanacaktır.
Madde 6- Ulusal ve ekonomik gelişmemizi sağlamak ve devlet işlerini günün
kurallarına uygun düzenli yönetimle çevirmeyi başarabilmek için her devlet gibi bizim
de bu gelişmemizi sağlarken tam bir bağımsızlığa ve özgürlüğe sahip olmamız
yaşamımızın ve varolmamızın hareket noktasıdır. Bu nedenle siyaset, adalet, maliye
alanlarıyla öteki alanlardaki gelişmemize engel kayıtlara karşıyız.”
Meclis-i Mebusanın 17 Şubat 1920 tarihli on birinci oturumunda söz alan Edirne milletvekili
Şeref Bey bir önerge vererek “Ahdi Milli’nin parlamentolara ve bütün basına bildirilmesini ve
öncelikle görüşülmesini” istedi. Bu önergenin kabulünden  sonra Şeref Bey söz alarak 5
heyecanlı bir konuşma yaptı ve Ahdi Milli Beyannamesi’ni okudu. Daha sonra da bildiri
üyelerin oybirliği ile onaylandı ve gereğinin yapılması için meclis başkanlığına yetki verildi.
İstanbul’da Misak-ı Milli’nin yarattığı gerilimli hava sürerken Paris’te yürütülen barış
görüşmelerinde Konferansın Yüksek Konseyi  Anadolu’daki işgal orduları başkumandanı
General Milne’yi konunun incelenmesiyle görevlendirdi. General Milne de bölgeyi gezerek
görüşlerini Yüksek Konsey’e bildirdi. General Milne, askerî otoritelerin gizlice
destekledikleri ulusal güçlerin gitgide güçlendiklerini ve bunların Yunanlılar’ı ülkelerinden
çıkartmaya kararlı olduklarını belirtiyordu. Bu durumda Yunanlılar’ın şu anda ellerinde
bulundurdukları bölgede ufak tefek  düzeltmeler yapılarak savunmada kalmalarının en iyi
çözüm olacağı düşüncesindeydi. Yüksek Konsey’in bu görüşleri benimsemesi üzerine
Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya durumu bir telgrafta bildiren General Milne, konferansın kesin
çözümlemeye ulaşmasına dek, kendisine bağlı bir subay komutasında olacak olan “müttefik
kuvvetlerin” (İngiliz, Fransız ve Yunan) ellerinde bulunacak bölgeyi bildirdi. Bu bölge toplam
olarak Ayvalık’ın kuzeyinde Hacıosman Köyü’nden başlayan ve güneyde Kuşadası’nı
dışlayan bir sahil şeridini batı sınırı alıyordu. Doğu sınırı ise Ayvalık, Bergama, Manisa,
Turgutlu, Ödemiş ve Aydın’ı içine alacak şekilde düzenlenmişti.  General Milne, daha
sonraları Milne Hattı olarak adlandırılacak olan bu hattın batısında silah taşımaya izin
vermeyeceklerini ve askerî ve ulusal güçlerin bu hattın üç kilometre doğusuna çekilmelerini
istedi. Bu istek hem Cemal Paşa hem de ulusal kuvvetler arasında tepkiyle karşılandı. Ancak
1919 senesinin son aylarında yapılan ufak çatışmalarla Yunanlılar bu hattı yaklaşık olarak
ellerine geçirdiler.
Misak-ı Milli ve İstanbul’un İşgali
3 Mart 1920’de Yunan kuvvetleri saldırıya geçerek Milne Hattı’nı aştılar ve Gölcük
Yaylası’yla Bozdağ’ı ele geçirdiler. Ali Rıza Paşa bu saldırıyı öğrenince, istifa etmekten
başka bir çözüm bulamadı.  İngiltere’nin ve İngiliz taraftarlarının Damat Ferit’in
sadrazamlığını beklemelerine karşın 8 Mart 1920’de bu göreve Salih Paşa getirildi. Bundan üç
gün sonra İtilâf Devletleri’nin İstanbul temsilcileri, 11 Mart 1920’de biraraya gelerek almaları 6
gereken önlemleri düşündüler. Bu önlemler arasında Londra Konferansı eğilimine uygun
olarak meclisteki bağımsızlıkçı milletvekillerinin tutuklanması ve meclisin kapatılması vardı.
Salih Paşa kabinesinin işi kolay gözükmemekteydi. Herşeyden önce Osmanlı mirası
konusunda  12 Şubat 1920’de Londra’da  toplanan  konferansta kabulü mümkün olmayan
konular tartışılıyordu.  Londra Konferansı’nda üzerinde anlaşmaya varılan konular arasında
İstanbul’un Türkler’e bırakılması, ancak askerden arındırılması, ayrıca boğazlarda denetimin
karma bir komisyona bırakılması vardı. Çatalca’ya kadar Doğu Trakya ve Oniki Ada,
Yunanlılar’a veriliyordu. Buna karşılık İzmir “serbest liman” olarak kullanılacaktı. Konferans
kararlarına göre Arap ülkeleri Osmanlı topraklarından ayrılıyor, kurulacak Ermenistan,
Milletler Cemiyeti’nin mandası oluyordu. Salih Paşa kabinesinin uzun ömürlü olmayacağı
yaygın bir görüştüydü. Nitekim 10 Mart 1920 tarihli tekgrafında Kazım Karabekir Paşa,
Mustafa Kemal Paşa’ya  İtilâf Devletleri’nin padişaha dayanan bir orduyu ulusal güçlerin
karşısına çıkartmak isteyeceklerini ve bunun için de Damat Ferit’i sadrazam yaptıracaklarını
iletiyordu.
15 Mart 1920’de İngiliz Generali Wilson, harbiye nazırına İstanbul’un işgal edileceğini
bildirdi. İstanbul “fiilen” işgal altında olduğundan, bu eylemin herhangi bir zorluk
çıkartmayacağı açıktı. Ancak buna rağmen İngiliz askerleri Direklerarası’ndaki 10. Tümen
Karargâhı’nda ve yine aynı yöredeki Letafet Apartmanı’nda bulunan Mızıka Bölüğü’nde ateş
açtılar. Her iki yerde de çok sayıda asker yaralandı ve sekiz asker şehit oldu.İstanbul’un işgali,
Manastırlı Hamdi adında yurtsever bir memur tarafından dakikası dakikasına Ankara’da hat
başında bekleyen Mustafa Kemal’e anlatılıyordu.
16 Mart 1920 günü Meclis-i Mebusan basılarak milletvekilleri tutuklandı. Aynı sabah Rauf
Bey’in bir grup milletvekili ile saraya giderek Sultan’la gerçekleştirdiği görüşme istenen
sonucu doğurmadı. Kendisi de tutuklananlar arasındaydı. İşgal devletleri yayınladıkları resmî
bildirimde, işgalin geçici olduğunu, amaçlarının padişahın otoritesini güçlendirmek olduğunu
ve Türkler’i İstanbul’dan yoksun bırakmak istemediklerini, ancak taşradaki olayların gidişine
göre bu kararın değişebileceğini açıklıyorlardı. Bu gelişme Anadolu’da tepkiyle karşılanmış
Mustafa Kemal  İstanbul’daki İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcilerine, Amerika Siyasi
Temsilcisi’ne bir “Protesto” göndermişti. Aynı gün tüm valiliklere ve komutanlara da işgalin
protestosunu isteyen bir yönerge gönderilmişti.  7
İstanbul’un işgali, Manastırlı Hamdi adında yurtsever bir memur tarafından dakikası
dakikasına Ankara’da hat başında bekleyen Mustafa Kemal’e anlatılıyordu. Mustafa Kemal
de gelen haberleri anında tüm kolordulara duyuruyordu. Manastırlı Hamdi Bey’in bu üstün
görev bilinci, olayların gelişimini izlemek açısından Ankara’ya büyük kolaylık sağladığı gibi,
Mustafa Kemal’in söylevinde kendisine iki sayfadan fazla yer ayırması ve teşekkürlerini
yinelemesiyle kendisini Türk tarihine geçirmiştir.
Rauf Bey, 16 Mart 1920 günü Kara Vasıf Bey’le birlikte Meclis-i Mebusan basılarak
tutuklanmadan önce, sabahleyin Konya milletvekili Vehbi Hoca ve Eskişehir milletvekili
Abdullah Azmi Bey’le birlikte Yıldız Sarayı’na giderek Vahdettin’le görüştü ve meclis adına
“Mütareke’ye aykırı bir tecavüz karşısındayız. İşgal devletleri tarafından ileri sürülen
teklifleri reddetmelisiniz” önerisinde bulundu. Vahdettin’in bu öneriye yanıtı şu oldu: “Bu
millet bir sürüdür. Her sürüye bir çoban lazımdır. Bu çoban da benim.”
İşgal devletleri yayınladıkları resmî bildirimde, işgalin geçici olduğunu, amaçlarının padişahın
otoritesini güçlendirmek olduğunu ve Türkler’i İstanbul’dan yoksun bırakmak istemediklerini,
ancak taşradaki olayların gidişine göre bu kararın değişebileceğini açıklıyorlardı.
Buna karşılık Mustafa Kemal, İstanbul’daki İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcilerine, Amerika
Siyasi Temsilcisi’ne bir “Protesto” gönderdi. Bu protestoda Mustafa Kemal; “Osmanlı
ulusunun siyasi egemenliğine ve özgürlüğüne indirilen bu son yumruk; hayatımız ve
varlığımızı ne bahasına olursa olsun, savunmaya kararlı olan biz Osmanlılardan çok, 20.
yüzyıl uygarlık ve insanlığının kutsal saydığı bütün ilkelere; özgürlük, yurt ve ulus duygusu
gibi bugünkü insan topluluklarının temeli olan bütün ilkelere ve bu ilkeleri ortaya koyan
insanlığın genel vicdanına indirilmiş demektir” diyordu.
Yine aynı gün tüm valiliklere ve komutanlıklara gönderdiği yönerge ile işgalin protestosunu
isteyen Mustafa Kemal, ulusa yayınladığı bir bildiriyi şu cümlelerle bitiriyordu:
“İnsanlık dünyasının beğenisi, İslâm dünyasının kurtuluş dileklerinin gerçekleşmesi,
yüksek halifeliğin yabancı etkilerden kurtarılmasına ve ulusal bağımsızlığın geçmişteki
şanımıza yaraşır bir inançla savunulup sağlanmasına bağlıdır. Giriştiğimiz bağımsızlık ve
yurt savaşında Ulu Tanrı’nın yardım ve kayırıcılığı bizimledir.”8
Mustafa Kemal daha sonra da olağanüstü yetkilerle donatılmış bir meclisin Ankara’da
toplanması için çağrıda bulunacaktır. Ancak bu çağrıdan önce 18 Mart 1920’de Meclis-i
Mebusan’ın 24. oturumunda verilen on altı imzalı bir önerinin kabulü ile meclis oturumları
ertelendi. Ertelenen bu oturumlar Ankara’da sürdürülecektir.
18 Mart 1336 (1920) tarihli Osmanlı Mebusan Meclisi Tutanakları;
Mebuslardan bazılarının Mebusan Meclisi binasından zorla alınması üzerine
protesto mahiyetinde olan Rıza Nur Bey’in (Sinop) beyanatı ve takriri:
Reis: Bir takrir var, müsaadenizle okuyalım (okunsun sesleri).
Rıza Nur Bey (Sinop): Bendeniz söz istiyorum.
Reis: Buyurunuz efendim.
Rıza Nur Bey: Efendiler, mühim tarihi bir an yaşıyoruz. Bu devlet ve millet bu
zamana kadar böyle bir musibete uğramamıştır. Osmanlı payitahtı ve İslâm
Hilafeti’nin merkezi bugün ecnebi devletlerin silahlı işgali altına girmiş
bulunuyor. Buna icap ettiren hiçbir hal yoktur. Osmanlı Mebusan Meclisi
tecavüze uğradı. Mebus arkadaşlarımızdan Rauf, Vasıf, Faik beyler ve Numan
Efendi, Mebusan Meclisi’nden işgal kuvvetleri tarafından zorla alınıp tevkif
edildiler. Bu hal Anayasa Hukuku’na ve Devletler Hukuku’na tamamıyla
aykırıdır. Kayıtsız şartsız vicdan ve fikir istiklaline malik olmayan bir Mebusan
Meclisi’nin serbestçe karar alması mümkün olamayacağından mebusların
dokunulmazlığına karşı yapılan bu tecavüzü protesto ediyoruz. Bu protestomuzun
bütün cihan teşrii meclislerinin ve bilhassa bütün parlamentoların anası olan
Britanya Parlamentosu’na ve bu gibi tarihi vakalara defalarca sahne olmuş olan
Fransız ve İtalyan parlamentolarına bildirilmesini temenni ederiz.
Bugün üzerimize aldığımız milli vazifeyi yapmaya ancak bu derecede kudretliyiz.
Bu takririmizi milli bir vesika olarak tarihe bırakıyoruz.
Seyfullah Efendi (Isparta):  Muhterem arkadaşlarımızdan iki zatın ismi
söylenmedi. Cemal Paşa ile Tahsin Bey de tutulmuşlardır.9
Reis: Takriri okuyoruz efendim.
“Osmanlı Esas Kanunu’nun (Anayasa’nın) yedinci maddesi mucibince sulha ve
ticaret ve toprak verip almak ve Osmanlı tebasının asli hukuk ve şahsiyetine ait
bulunan ve devletçe masrafları gerektiren anlaşmaların yapılmasında Osmanlı
Meclisi’nin tasdiki şarttır. Umumi harbin memleketimiz için pek ziyadesiyle fena
şartlar içinde bitmesi sebebiyle elim bir tarihi vazife yapmaya davet olunan
Mebusan Meclisi, son zamanda Hilafet ve Saltanat merkezinde fevkalade haller
olması ve meşrutiyetle idare edilen memleketlerde mebuslara sağlanan
dokunulmazlık ve muafiyetin, vakaların zorlaması, neticesinde kaldırılmış olması
sebebiyle mebusluk vazifesinin icaplarını, memleketin içinde bulunduğu vaziyet
ile bağdaştırmak imkânından mahrum kalmıştır. Her şeyden evvel fikir hürriyeti
ve vicdan istiklâline bağlı olan bu mukaddes vazifenin emniyetle yapılmasına
imkân verecek bir hal ve vaziyeti husule gelmesini bekleyerek umumi
toplantıların geri bırakılmasını teklif ederiz.
Lazistan: Osman Nuri, Sinop: Cemal Zeki, Maraş: Tahsin, Sinop: Dr. Rıza Nur,
Bolu: Tunalı Hilmi, İçel: Hilmi, Erzincan: Halil, Trabzon: Hüsrev, Gümüşhane:
Zeki, İzmit: Ali, İstanbul: Kamil, Erzurum: Hüseyin Avni, Bursa: İlyas, Tokat:
Şevki, Karahisar Şarki: Fasıl.”
(Evet, reye konsun sesleri)
Reis: Takririn içindekilere tamamıyla bilgi edinildi mi,
Reis: Mebusluk vazifesinin yapılmasında emniyet verici bir halin gelmesine kadar
müzakerelerimizin geri bırakılmasını teklif ediyorlar. Kabul edenler ellerini
kaldırsınlar.
Selahattin Bey (İstanbul): İttifakla kabul (İttifakla kabul sesleri).
Reis: Evet efendim, ittifakla müzakerenin geri bırakılması kabul edildi.
Celsenin (oturumun) hitamı (bitmesi).10
Son gelişmeler artık topyekun bir kurtuluş projesinin İstanbul  merkezli olarak
yürütülemeyeceği gerçeğini gözler önüne serdi. Aslında bu Mustafa Kemal’in beklediği
fırsatın doğması anlamına da geliyordu. Nitekim işgalin ve meclisin dağıtılmasının kısa süre
sonrasında  olağanüstü yetkilerle donatılmış bir meclisin Ankara’da toplanması için çağrıda
bulunması bunu göstermektedir. Son Osmanlı Mebusan Meclisi 18 Mart 1920’de 24.
oturumunda verilen on altı imzalı bir önerinin kabulüyle oturumlarını ertelemişti. Bundan
sonra ulusal hareketin merkezi yeni bir meclisin toplanacağı Ankara olacaktı.
Mustafa Kemal, İstanbul’un eninde sonunda işgal edileceğini bildiği için, gerekli
hazırlıklarını yapmıştı. 16 Mart 1920’de yayınladığı bildirilerden sonra olayların gelişimini
birkaç gün bekledi ve tüm illere, bağımsız sancaklara ve  kolordu komutanlarına yeni bir
bildiri yollayarak “Devlet başkentinin de İtilâf Devletleri’nce resmî olarak işgali; yasama,
adalet ve yürütme gücünden meydana gelen ulusal devlet gücünü kırmış ve Millet Meclisi, bu
durum karşısında görev yapamayacağını hükümete resmî olarak bildirerek dağılmıştır”
dedikten sonra, aşağıdaki hususları belirtmiştir.
1- Ankara’da olağanüstü yetkili bir meclis, ulusun işlerini yürütmek ve denetlemek üzere
toplanacaktır.
2- Bu meclise üye olarak seçilecek kimseler milletvekilleri ile ilgili yasa hükümlerine
uyacaklardır.
3- Seçimde, sancaklar seçim bölgesi olacaktır.
4- Her sancaktan beş üye seçilecektir.
.....
11- Seçimler, en geç on beş gün içinde Ankara’da çoğunlukla toplanmayı sağlamak üzere
bitirilecek, üyeler yola çıkarılacak ve sonuç, üyelerin adlarıyla birlikte hemen bildirilecektir.
İstanbul’daki meclis üyelerinden Ankara’ya gelebilenlerin de bu meclise katılmalarının
zorunlu görüldüğü, yine bu bildiriyle açıklanıyordu.
Aynı günlerde İstanbul’da sadaret Damat Ferit Paşa’ya teklif edilmişti. İstanbul Meclisi
Başkanı hukuk müderrisi Celalettin Arif Bey’in durumu da bu dönemde önem kazanmıştı.
Damat Ferit’e sadrazamlığın önerildiği 25 Mart günü Vahdettin’le görüşen Celalettin Arif’e
27 Mart gecesi bir telgraf gönderen Mustafa Kemal, 19 Mart tarihli bildirime katıldığını
açıklamasını ve toplantının bir an önce yapılabilmesine yardımcı olmasını istedi. Celalettin 11
Arif ise bildirimi okumadığını; ancak Ankara’ya geleceğini ve ayrı bir bildirimi kuşkusuz
yayınlayacağını bildirdi.
2 Nisan’da Ankara’ya gelen Celalettin Arif hemen çalışmalarına başladı ve saldırıya uğrayan bir
meclisin başkanı olarak ulusa bir bildirim yayınladıktan sonra, çeşitli devletlerin parlamentolarına
birer protesto gönderildi. Bu protestolar yeni kurulan Anadolu Ajansı kanalıyla yurda dağıtıldı.
Ancak Celalettin Arif, Ankara’da açılacak olan meclisin İstanbul’un uzantısı olması bakımından
kendini açılacak meclisin de doğal başkanı olarak görüyordu. Mustafa Kemal ise bu meclisin
İstanbul’un bir uzantısı olacağını kabul etmek, dahası savunmakla birlikte; işlevlerinin ve
yetkilerinin ve sorumluluklarının çok değişik olması açısından, dizginleri pek başkasına
bırakmamak istiyordu.
Sonuç:
Son Osmanlı Mebusan Meclisi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında organik bağlar
bulunur. Nitekim, İstanbul işgal edildiğinde, Osmanlı Mebusan Meclisi kapanmayacak,
sadece çalışmalarına “ara verecektir”.  Mebusan Meclisi’nin Misak-ı Milli’yi yayınlaması,
ulusal mücadele içindeki en önemli ayaklardan biri olması açısından da çok önemlidir. Farklı
eğlimler taşıyan mebusların birarada bulunması itibariyle, Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin
kararsız nitelikte olduğu söylenebilir. Ancak, mebusların çoğunluğunun yurtseverliğinden
kuşku duyulamayacağı da açıktır. Olağanüstü yetkilerle toplanan yeni meclisin çağrısını
yapan Mustafa Kemal İstanbul’un işgaline rağmen Anadolu hareketinin kararlı öncüsü
olmuştur. 18 Mart 1920’de 24. oturumda Meclis-i Mebusan’ın oturumları ertelenmiş, meclis
üyelerinden Ankara’ya gelebileceklerden ve yeni seçimle oluşan TBMM devrimin kurucu
organı olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder