16 Mayıs 2012 Çarşamba


Prof. Dr. Nazmiye ÖZGÜÇ
İÜ, Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi
Coğrafya Programı
EKONOMİK FAALİYETLER,  e-Ders
1.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
1. HAFTA
GENEL  ÖZET VE UYARI: Powerpoint sunularla da desteklenecek olan “Ekonomik
Faaliyetler” dersinin bu ilk dersinde “giriş” niteliğinde ekonomik faaliyetlere değinilip daha
sonra dünyanın en önemli ekonomik faaliyeti olan “tarım”a geçilecek;  diğer derslerde  de
başka faaliyetler bunu izleyecektir.
Ancak seçilen faaliyetler aşağıda yeniden değineceğimiz ekonomik sektörlerin –ya da üretim
sektörlerinin- tümünü kapsayamayacaktır. Çok geniş bir faaliyetler dizisi söz konusu
olduğundan ve müfredatınız bu yükü kaldıramayacağından, yalnızca  “Birincil” ya da
“Primer” denilen sektörde yer alan faaliyetlere ana çizgileriyle değinilecektir.
Tam anlamıyla bilgi sahibi olmanız için çoğunu derslerinize dahil ettiğimiz bu birincil
ekonomik faaliyetlerin söz konusu olduğu ünitenin (dersin)  bazı kısımlarını vize ve final
sınavları dışında tutacağız.  Ünitelerin içinde zaman zaman “alıntılar” yer almaktadır. Bu
alıntılar zaten  sınav dışı kalacak, soru sorulmayacaktır. Ancak gerek derslerin soru
sorulmayacak kısımlarını gerekse alıntıların hepsini okumanızda, ayrıca tüm derslerin
Powerpoint karşılıklarıyla bağlantı kurmanızda genel bir coğrafi görüş oluşturmanız ve
entelektüel bir temel kazanmanız için büyük yarar gördüğümüzü belirtmek isterim.
1. 2.  VE  3. ÜNİTELERİ KAPSAYAN BÖLÜM 1’İN İÇERİĞİ (BAŞLIKLARI) AŞAĞIDADIR:BÖLÜM 1: TARIM FAALİYETLERİ VE TARIMSAL ÜRETİM
1.1. EKONOMİK FAALİYETLERE GİRİŞ VE TARIM FAALİYETLERİ
1.2.TARIM FAALİYETLERİ
1.2.1.TARIM FAALİYETLERİNİN BAŞLICA ÖZELLİKLERİ
1.2.2.BİTKİ VE HAYVANLARIN EHLİLEŞTİRİLMESİ: BİRİNCİ TARIM
DEVRİMİ
1.2.3.İKİNCİ TARIM DEVRİMİ
1.2.4.ÜÇÜNCÜ TARIM DEVRİMİ
1.3.TARIMSAL ÜRETİM
1.3.1.BİTKİSEL ÜRETİM: BAŞLICA TARIMSAL ÜRÜNLER
1.4.TARIM ALANLARININ BAŞLICA ÖZELLİKLERİ
1.5.TARIM FAALİYETLERİNİ ETKİLEYEN DOĞAL VE BEŞERİ KOŞULLAR
1.5.1.FİZİKSEL KOŞULLAR
1.5.2.TARIMI ETKİLEYEN BAŞLICA BEŞERİ KOŞULLAR
1.1. EKONOMİK FAALİYETLERE GİRİŞ VE TARIM FAALİYETLERİ
Geçen yarıyılın 5. dersinde ekonomik faaliyetlerin neler olduğu üzerinde durulmuştu. Tekrar
hatırlatırsak: üretim, tüketim ve mübadeleden oluştuğunu bildiğimiz üç tür ekonomik faaliyet
grubu içinde de ayrı ayrı başka faaliyetler yer alır. İnsan maddi ihtiyaç ve arzularını tatmin
etmek için tüketir; tüketmek için ise önce üretmesi gerekir; tüm bunlar da birbiriyle ilişkili çok
çeşitli faaliyetleri kapsar.  Bir bölgesel ekonomiyi daha derinlemesine anlayabilmek için
ekonomik sektörlere göre faaliyetlerin durumunun ortaya konulması gerekir. Ekonomik
sektör ise belirli faaliyetlerin içinde yer aldığı bölgesel ekonomi bölüm ya da gruplarıdır. Bir
bölgesel ekonomideki faaliyetler üç sektörle ya da bunlardan biriyle ilgili olabilecektir:
1- birincil sektör
2- ikincil sektör;
3- üçüncül sektör Dördüncül ve beşincil sektörlerin de var olduğunu belirtmiştik; ancak bu üç temel sektör
yaygın bir kabul görmüştür.
Aslında bunların içerdiği ekonomik faaliyetler de “üretim” içinde kabul edilirler ve bu
şekilde değerlendirilirler. Bunlara da kısaca bakarsak:
Birincil üretim faaliyetleri: Temel maddeleri doğrudan doğruya ya da dolaylı biçimde
doğal çevreden almaya dayanan bu üretim şekli öteden beri benimsenen beş faaliyeti içine
almaktadır: (a)Avcılık ve toplayıcılık; (b)tarım ve hayvancılık; (c)ormancılık ve kerestecilik;
(d)balıkçılık, (e)madencilik ve çıkarım tümü bu birincil gruba giren faaliyetlerdir. Burada yer
alan faaliyetlerde insan doğal çevreyle doğrudan temas halindedir; istediklerini doğadan
doğrudan temin eder ama bu süreçte, çoğu kez, zarar gören de çevre olur.
İkincil üretim faaliyetleri: En ilkelinden en gelişmişine kadar her toplumda doğadan elde
edilen hammaddeleri insanın kullanacağı şekillere sokan faaliyetlerdir. Sekonder faaliyet ya
da sekonder üretim, enerji üretimiyle, inşaat dahil, tüm imalât sanayi sektörünü içine alır. Bu
üretim, tek tek maddelerin daha yararlı, daha arzulanan ürünler haline dönüştürülmek üzere
birleştirilmesi işlemidir.
Üçüncül üretim faaliyetleri: Bu  sektör birincil ve ikincil sektörler dışında kalan tüm
faaliyetleri içine almaktadır: Ulaşım (taşımacılık), iletişim, kamu kullanımları, toptancılık ve
perakende ticaret, finans, sigorta, tüketici ve üretici hizmetleri, yönetim ve benzeri gibi.
Buradan da anlaşılacağı üzere, bu sektör  mallardan çok hizmetlerin ticari yönünü içine
almaktadır. Günümüzde yüz milyonlarca kişi hizmet faaliyetleri denilen işlerde çalışmaktadır.
Günümüzün modern şehirlerinde gökdelen büro bloklarında, bankalarda, hastanelerde,
dükkanlarda çalışan herkes tersiyer  –üçüncül- sektörü temsil ediyor demektir. Bunlar,
üreticilerle tüketicileri birbirine bağlar, böylece de ticareti ve değiş-tokuşu kolaylaştırırlar.
Ekonomik coğrafyada da, coğrafyanın diğer dallarında da olduğu gibi, iki ana yaklaşım
vardır:  Bölgesel ve sistematik. Bu iki yaklaşıma birlikte yer verilmesi, ekonomik olayların
daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacaktır. Sistematik yaklaşımla faaliyet tek başına
alındığında genel bir değerlendirme olarak kalabilmekte, bölgesel yaklaşımda da, yerel
ayrıntılar ağır basacağından, genel değerlendirme ihmal edilebilmektedir.
Bu  derslerdeki bakış açısını da ekonomik faaliyetlere sistematik  yaklaşım oluşturmakla
birlikte, ele alınan tüm ekonomik faaliyetlerin önem taşıdığı bölgelere göre de
değerlendirilmesi yapılacaktır. Ancak, ekonomik coğrafya araştırmalarında aşağıdaki beş sorunun cevabının aranması, yaklaşım ne olursa olsun, bir ekonomik faaliyetin coğrafi açıdan
her yönüyle değerlendirilmesini ve geleceğe yönelik önerilerde de bulunulabilmesini sağlar:
(1) Ekonomik faaliyet nerede yer almıştır?
(2) Ekonomik faaliyetin özellikleri nelerdir?
(3) Ekonomik faaliyet başka hangi olaylarla ilgilidir?
(4) Ekonomik faaliyet niçin şimdiki yerindedir?
(5) Ekonomik faaliyetin yeri uygun mudur? Daha verimli olması için  nerede yer
almalıdır?
“Ekonomik Faaliyetler” başlığını taşıyan bu dersimize  birincil üretim faaliyetlerini konu
alacağız. Bunlar arasında da, bilindiği gibi, en önemlisi karnımızı doyuran ve hayatta
kalmamızı sağlayan, tarım ve hayvancılığı kapsayan “Tarım Faaliyetleri” öncelik
kazanmaktadır.
1.2.TARIM FAALİYETLERİ
1980’ler boyunca don afetinden gördükleri zararla geçirdikleri altı yıldan sonra, Florida portakal
üreticileri 1993 kışında farklı ve daha ürkütücü bir durumla karşı karşıya kalmışlardı: Hasat aşırı
derecede boldu. Yumuşak geçen bir kış, don olayından sonra ağaçlara yer değiştirilmesi ve gübre
ve ilaçlamaya yapılan yoğun yatırımlar verimli bir yılı hazırlamıştı. Ama ne yazık ki portakal
üreticileri için, toplanmış, paketlenmiş ve pazarlara gönderilmiş rekor miktarda üretim, arz talebin
çok üzerine çıktığı için, fiyatların erozyona uğraması demekti ve üreticiler masraflarını bile
karşılayamaz hale gelmişlerdi. Florida turunçgil fiyatları üzerindeki düşürücü baskıya ek bir baskı
da Brezilya’dan geliyordu; 1980’lerde dünyanın en büyük portakal üreticisi olan bu ülke de çok
büyük miktarlarda hasat yapmıştı. Avrupa ve Asya pazarlarında birer kapısı olan Brezilya’nın
varlığı, Florida’nın fazlalık ürününü eritebileceği ve fiyatları belli bir düzeyde tutabileceği
uluslararası pazarları kullanmasını engellemişti.
Bu  örnek, bize, başka çağdaş ekonomik faaliyetler gibi, tarımın da küreselleştiğini
göstermektedir. Florida’daki hava koşullarının Japonya’daki portakal fiyatlarını nasıl
etkilediği gerçeği kendine yeterli toplum ve geçim türü tarımın artık öneminin kalmadığını
ortaya koymaktadır. Bundan başka, tarımın kendisi de köklü değişimler geçirerek, yerel,
ulusal, bölgesel ve küresel ekonominin imalât, dağıtım, pazarlama ve finans sektörleriyle
bağlantıları olan bir gıda üretim endüstrisi haline gelmiştir. Aslında,  Florida’lı üreticiler
toptancı fiyatlarını yansıtacak şekilde perakende fiyatlarını düşürmede başarısız kalan ve
böylece fiyatların yapay biçimde yüksek seyretmesine yol açan kendi meyve pazarlarının da
sıkıntılarını daha arttırdığından yakınmışlardır. Buna ek olarak, Florida’da portakal üretimi, 1980’lerdeki don olaylarından sonra dikilen onbinlerce yeni fidanın meyve vermesiyle
1998’de zirveye varmıştı.
Tarımın, özellikle hızla artmakta olan dünya nüfusunun beslenmesi açısından önemi
büyüktür ve çağdaş coğrafya kitaplarında mevcut bakış açılarından birisini de bu husus
oluşturmaktadır. Bu bağlamda, büyük çapta kırsal alanların sorunlarına çözüm getirici
araştırmalar da dikkat çekecek derecede çoğalmaktadır.  Tarımın bölgesel özel durumları ve
sorunları üzerinde durulan yayınlar da  yapılmaktadır. Dikkati çeken bir gelişme de, şehirsel
alanlarla tarım arasındaki ilişki ve bunun yanında da şehirsel alanlarda iyice azalan boş
mekânlarda sürdürülen tarım faaliyetleriyle ilgili çalışmalardır ki Powerpoint sunularımızla da
bunlar üzerinde duracağız.
1.2.1.Tarım Faaliyetlerinin Başlıca Özellikleri
Tarım, yeryüzündeki belli başlı üretim şekillerinden en gerekli ve de en yaygın olanıdır.
Tarımın yeryüzündeki en yaygın faaliyet olması yanında, tarım toprakları da yeryüzünün en
önemli kaynaklarıdır. İnsanı doyuran ve giydiren topraktır: Gıda maddeleri ve giyim eşyaları
üretenler gerekli hammaddelerin önemli bir bölümünü çiftçiden sağlarlarken, tarımsal nüfus
da sanayi faaliyetleri sonucunda elde edilen mamul maddelerin en önemli tüketicilerindendir.
Kazanç durumu uygun olan çiftçinin sanayi faaliyetlerinin gelişmesinde başrolü oynayan
koşullardan biri olan “pazar”ın gelişmesinde daima büyük payı vardır. Dünyanın çeşitli
bölgelerinde sanayi ve ticaretin gelişmesi, belirli ürün ve hizmetlerde uzmanlaşma bile, bazen
dolaylı da olsa, toprağa dayanmaktadır.          
Dünya nüfusunun yarıya yakınını –şehirsel nüfus biraz daha öne geçmiş olmakla birliktekırsal nüfus oluşturmaktadır. Kırsal ya da bazen tarımsal olarak da anılan nüfus eşit olmayan
iki gruba ayrılabilir: Daha büyük olanı –birinci grup- yeryüzünün az gelişmiş ya da başka bir
deyimle gelişmekte olan yerlerinde yaşamaktadır. Bunlar esas olarak geçim türü tarım yapan
çiftçilerdir: Kendi ailelerinin ihtiyacını karşılamak için üretim yaparlar.
Tarımla uğraşan nüfusun daha küçük bir kısmı ise modern sanayinin, dolayısıyla da
ekonominin bütünüyle gelişmiş olduğu yerlerde yaşamakta ve ticari tarım yapmaktadırlar. Bu
tür tarımsal üretimde esas amaç geçim değil, ürünün satışıdır. Tarım ürünlerinden elde edilen
gelir bir yandan tarım faaliyetlerinin daha sağlıklı ve de verimli olması için tarıma
harcanırken, öte yandan da çiftçinin, çoğu sanayi ürünü olan, çeşitli ihtiyaçlarının
sağlanmasına harcanır. Ticari ve çağdaş teknolojinin uygulandığı türünde bile doğa koşullarına bağlı oluşu
tarımın başlıca özelliğidir. Herhangi bir yerde yetiştirilen bir ürün, her şeyden önce, oradaki
iklim, toprak ve yerşekilleri koşullarına bağlıdır. Zamanımızda bile insanlar kuraklık, sağanak
yağışlar, düşük sıcaklık koşullarıyla kolaylıkla savaşamamaktadırlar. Bununla birlikte, doğal
koşulların tarım faaliyetlerinin çeşitli tiplerini belirlemediği de bir gerçektir. Doğa, tarım
faaliyetleri için yalnızca uygun ortam yaratır; bu ortamın değerlendirilmesi ise ancak işgücü
ve sermaye gibi üretim araçlarının bilgili biçimde uygulanması ve çiftçilerin karar verme
olgularıyla yapılır.  Bununla birlikte, tarımın bir zayıf yönü, halen bu faaliyetin önemli bir
kısmının hâlâ az kazanç sağlayan aile tabanlı küçük faaliyetler durumunda olması ve bu
bakımdan çiftçinin alıcı ve satıcı olarak zayıf durumda kalmasıdır. Bu yetersizliklerden ötürü
tarımın sanayi ekonomisiyle yeterli ve düzgün bir şekilde rekabeti çok  güçtür. Gelişmemiş
ülkelerdeki tarımsal sorunların çoğu bu uyuşmazlıktan doğmaktadır.
Tarım için arazi gerekir. Ancak, bilindiği gibi, tüm araziler de tarıma uygun değildir.
Bundan başka, doğal durumda topraklar otlak ya da ot toplamak gibi en ilkel
yararlanmalardan başka bir şey sağlamaz. Toprakları daha yoğun kullanılış için hazırlamak,
temizlemek, drene etmek, etrafını çevirmek, sürmek ve iyileştirmek için işgücü ve para
yatırımı gereklidir. Şu halde, bir üretim faktörü olarak  arazi  hava gibi doğanın bir bağışı
değildir. Onun değerlenmesi, ancak bakılarak kazanılmasıyla olur. Bu nedenle tarım
faaliyetleri günümüzde yeryüzünün ancak yüzde 10’unda yer almaktadır. Yeryüzünün
yaklaşık beşte biri tarıma uygundur; ancak, halen tarıma alınmış alanlar hem doğal özellikler
hem de yerleşme yerlerine yakınlık ve lokasyon koşulları yönünden en iyi alanlardır.
Tarımın gelişmesi insanlığın en ileri adımlarından biridir. Çeşitli ürünlerin sistematik bir
şekilde ekilmesi ve hayvanların yetiştirilmesi yeryüzünün birçok kesiminde geniş nüfus
kütlelerinin beslenebilmesine olanak sağlamıştır. Öte yandan, tarım insanlarla yeryüzü
arasındaki ilişkiyi de bir ölçüde değiştirmiş ve ilk zamanlar toprağa bağımlı olan insan
günümüzde artık onu geniş çapta dönüşüme uğratmıştır.
1.2.2.Bitki ve Hayvanların Ehlileştirilmesi: Birinci Tarım Devrimi
İnsanların tükettikleri gıdanın çoğu  –dolaylı ya da dolaysız- topraktan gelir; varlığımızı
sürdürmemizi sağlayan, toprakla doğrudan ilişkili tarımın da temelleri dünyanın her tarafında
çok önceden atılmıştı. Bununla birlikte, insanlık tarihi daha tarımın keşfedilmediği, insanların
yaşamlarının tarımdan başka şeylere bağlı olduğu bir dönem de geçirmiştir. Tüm insanlık
tarihine bakıldığında tarım, aslında, çok yakın zamanlı bir keşiftir. Günümüzde bile daha tarımın ortaya çıkmasından önceki hayatı yaşayan küçük toplumlar vardır; bunlar doğanın
sunduklarını avlayarak ve toplayarak, bazen de balık tutarak hayatta kalırlar. Hâlâ bu yolla
geçimini sağlayan halklar, daha güçlü rakipleri (Güney Afrika’daki San halkına, Bantular ve
Beyaz istilacıların yaptığı gibi) tarafından zor koşulları olan çevrelere doğru itilirler ve
bunların yaşamı bir krizden diğerine sürüklenerek devam eder durur. Zaman zaman gelen
kuraklık bunlar arasında en kötüsüdür; bitki örtüsünü kurutur, yaban yaşamını öldürür ya da
iyice tahrip eder ve doğal su kaynaklarını kurutur. Güney  Afrika’nın San halkı,
Avustralya’nın iç kesimlerindeki Aborijinler ve Brezilya’nın yerli Amerikalıları ile Afrika,
Amerikalar ve Asya’daki başka bazı gruplar hâlâ büyük belirsizliklerle yüz yüze olarak
yaşamlarını bu şekilde sürdürmektedirler.
Tarımın ilk  olarak nerede ve ne zaman başladığı tam olarak bilinmemektedir. Bazı
arkeologlar ilk tarım faaliyetlerinin Yakın (ya da Orta) Doğu’da 7-8000 yıl önceleri
başladığını ileri sürerken, bazıları da bu tarihlerden çok daha eski olduğu fikrindedirler. Tarım
faaliyetlerinin ilk görüldüğü alanlar da tartışma konusudur: Bazıları tarımın  Ortadoğu’da
başladığına inanırken, Amerikalı coğrafyacı Carl Sauer gibi bazıları, Güney ve Kuzey
Amerika alçak enlemlerinde de başlangıç noktaları olmasına rağmen, ilk tarım faaliyetlerine
esas olarak Güneydoğu Asya’nın beşiklik ettiği görüşünü savunmaktadırlar.
Bununla birlikte, genel olarak kabul edildiği gibi, gıda üretimindeki ilk deneyler, büyük
bir olasılıkla, Ortadoğu’daki Mümbit Hilâl’in yamaçlarında gerçekleşmişti. Burası, yaklaşık
10,000 yıl önce Ortadoğu’da tarım ve hayvancılığın keşfedildiği, yani  Birinci Tarım
Devrimi’nin gerçekleştiği, medeniyetin beşiği olan alandır. Doğu Akdeniz kıyısının yüksek
alanlarından başlayıp kuzeye doğru Türkiye’nin güneyindeki Toros Dağları eteklerinden
geçerek ve Fırat-Dicle vadilerini içine alarak, daha sonra Zağros Dağları’nın batı yamaçları
boyunca güneye doğru bir kemer (hilâl) çizerek uzanır. Uzak geçmişte, bu bölge gıda
kaynakları bakımından o kadar zengindi ki tam gıda üretimine geçilinceye kadar olan çok
uzun dönemler boyunca toplayıcılıkla geçinenlerin de orada kalmaları mümkün olmuştu.
(Powerpoint Sunu 1: Şekil 1).
Tarım öncesi  –sayıları zaten çok az olan- halklar Mümbit Hilâl’in (Verimli Ay) her
tarafına yaygın bir şekilde dağılmışlardı. Daha büyük ve daha yerleşik nüfus grupları daha
çok kaynağa sahip ortamlarda yer alıyorlardı. Daha küçük ve göç etme eğilimindeki halk
gruplarının ise daha az tercih edilen alanlarda bulunmuş olmaları olasıdır. Milattan 20,000 yıl
kadar önce bu insanlar yeni yeme-içme kalıpları geliştirdiler. Bu değişim, çok çeşitli gıda
kaynaklarını içine alacak şekilde yeme-içme alışkanlıklarını önemli ölçüde genişletmiştir. Su kaplumbağasından başlayıp kara yılanlarına kadar her şeyin yenilmesine dayanarak
genişleyen  toplayıcılık  faaliyeti beslenme duyusunu da oldukça çeşitlendirmişti. Bundan
başka, bu ek yiyecek kaynakları hacim bakımından küçüktü ve depolanabiliyorlardı.
Böylece, bir süre sonra çanak-çömlek ve sepet ortaya çıktı. Şehir tarihçisi Lewis
Mumford’un (1938) adlandırdığı şekilde “saklama kabı devrimi” (çömlek devrimi), insan
davranışındaki geniş ölçekli toplayıcılık faaliyetine eşlik eden bir dizi değişiklikten yalnızca
bir tanesi idi.  Gıda kaynaklarının çeşitlenmesi ve  gıdanın saklanabilmesi gibi iki önemli
ilerleme daha geniş ve daha yoğun nüfus toplanmalarını mümkün kılmıştır.
Gıdayla ilgili bu gelişmelerin kadın ve çocukların da bu faaliyette daha fazla yer
almalarını gerekli kılmış; işgücü, cinsiyetler arasında bölünmüştü. Toplumsal birimin
örgütleyicisi erkekler, arkeolojik kayıtlarda avcı olarak görünürler; kadınlar ve çocuklar ise
yabani tahıllar, kabuklu yiyecekler ve küçük canlıların toplayıcısı olarak tamamlayıcı
durumundaydılar. Kadın ve çocukların toplam beslenmeye katkısı giderek daha da temel hale
gelmiş ve yenilebilir bitkiler, hayvanlar ve böceklerle ilgili bilgileri de büyük önem
kazanmıştı. Coğrafyada  önemli düşünce akımlarından birisi olan “Landscape” ekolünden
coğrafyacı Carl Sauer (1956; 1961), Taş Devri kadınlarının ateşin ilk bekçileri olduğuna ve
daha sonra da tarımı geliştirdiklerine inanmaktadır. Gerek ateşin kullanımı ve gerekse
bitkilerin kültüre alınması insan hayatında devrimlere yol açarken, yeryüzünün günümüze
kadar süregelen görünüşü üzerinde de korkunç etkileri olmuştur:
Tarım ve Kadınlar
İnsan kültürünün kökenlerini ortaya koymaya çalışırken, Amerikalı seçkin coğrafyacı Carl Sauer
insanlığın ilk günlerdeki varlığında meydana gelen belli başlı ilerlemelerin kadınlar sayesinde
olduğunu yazmaktadır. Sauer’in prehistoryada kadınların rolüne olan ilgisi, aynı devreler üzerinde
çalışan antropologların erkek avcıların faaliyetlerini incelemeleri, kadınları ise ihmal etmeleri
üzerine başlamıştı. Antropologlar, kadınları araştırmalarına ancak çok yakın zamanlarda katmaya
başlamışlardır. Taş Devri’ne ilişkin deliller azsa da, Sauer mantık yoluyla geliştirdiği teorisinde ilk
yerleşmelerde kadının aile reisi olduğu temeline dayanıyordu. İnsanlığın yaşaması için de
annelerin çocuklarını koruyacak bazı yollar geliştirmeleri gerekiyor; bu yüzden de, küçük bir
mekân içinde bol miktarda yiyecek elde edebilmek için yerel çevre hakkında hem çok bilgiye
sahip hem de duyarlı olmaları gerekiyordu.
Bu basit toplumsal örgütlenmeden kadınlar başka birçok faaliyete yönelmişlerdir.
Deneyimlerine dayanarak kökler, yemişler, tohumlar ve meyvelerden gıda imalâtını geliştirmeleri
bunların başında gelir. Gıda işlemede en büyük adım yiyecekleri pişirmek olmuştur. Sauer, ilk
insanların ateşi nasıl keşfettikleri üzerine teori geliştirmemiş fakat kadınların, pişirmede
kullandıkları için, hemen  ateşin bekçisi olduklarına ve onu kollamak için de evin yakınında kaldıklarına inanmaktadır. Böylece de kadınlar coğrafi görünümün değişmesindeki en güçlü
elemanlardan birisinin, yani “ateş”in de koruyucusu olmuşlardı.
Kadınlar sahip olduklarını, ailelerini korumak için büyük bir olasılıkla ilk barınağın da seçicisi
olmuşlardı. İlk barınaklar ise, inşa edilmemiş, bulunmuştur. Bunlar bir mağara, bir ağaç kovuğu ya
da yüksekte kalmış bir çıkıntı idi. Ne zaman ki barınağı iyileştirmek için bir kaya ya da dal
parçasına ihtiyaç duyuldu, işte o zaman inşaat da başlamış oldu.
Yerleşik hale gelen topluluklar aletlerin ve el sanatlarının geliştirilmesine olanak bulmuşlardı.
Gıda elde etmek için yeri kazmada ilk aleti kullanan da muhtemelen kadınlardı. Yine, yiyecekleri
ve çocukları taşımak için ilk taşıma kaplarını –geniş yapraklar ya da kabuklar halinde- kullanan da
kadınlardı. Gerek aletler gerekse taşıma kapları insanlığın ilk zamanlarındaki en önemli
ilerlemelere işaret ederler. Toplumsal yaşam da başka kültürel keşifler için bir beslenme ortamıydı.
Bu ilk yaşam tarzı bitkilerin kültüre alınmasına ve tarıma götürdü. Erkekler avlanmak, balık
tutmak ve çevreyi araştırmak için uzaklaştıklarından, tarımla uğraşan ilk çiftçiler de kadınlar
olmuştur. Gıda sağlanmasıyla en çok ilgilenen kadınlar olduğu için, bitkiler üzerinde en fazla
deneyimi olan da onlardı. Kök ve soğan elde etmek için toprağı kazdılar; bazen de, bu toplayıcılık,
yalnızca bulunanı alıp götürmenin ötesine uzanarak bitkilerin düzenlenmesini de kapsar hale
gelmişti. Ürünler bakım ve koruma gerektiriyordu ve de kadın eve yakın kaldığından, bu görev de
onun üzerine kalıyordu.
Yukarıda özetlenen bu ilk aşamalarında tarım, toplayıcılık ve avcılığa belki de alternatif bir
tamamlayıcı idi ve ancak uzun deneme dönemlerinden sonra Münbit Hilâl’in dağ
eteklerindeki ekonomide egemen duruma geçmişti. M.Ö.7000’e doğru da ehlileştirilmiş
buğday ve çavdar Mümbit Hilâl’in eteklerindeki  –Zağros Dağları’nın batı kenarlarında,
Anadolu’nun güneyinde ve Filistin’in kuzeyinde- köylerde ekilip-biçilmeye başlanmıştı.
Yaklaşık aynı zamanlara ilişkin, ehlileştirilmiş koyun ve keçilerin kemiklerinin de bu köylerin
tarım alanlarında bulunduğu belirtilmektedir. Çoğu yerde ekilip-biçilen bitkilerle
ehlileştirilmiş hayvanlar bir arada bulunmuşlarsa da, bazı yerlerde de hayvan ehlileştirilmesi
bitkilerin ekilip biçilmelerinden 2000 yıl kadar önde gitmiştir. Bununla birlikte, elde
edilebilen tüm deliller gerek bitki gerekse hayvan ehlileştirilmesinin esas  potası olarak
Ortadoğu’daki dağ eteklerinin önemine işaret etmektedirler. Ortaya çıkan sorular şunlardır:
Ehlileştirme nasıl meydana gelmiştir? Yeni bir beşeri çevre için ekonomik taban yaratmak
üzere insan bitkileri ekip-biçmeye ve hayvanları ehlileştirmeye nasıl başlamıştır?
Yabani tahıllar ile ekilip-biçilen bitkiler birbirlerinden oldukça farklıdırlar. Farklılık,
bitkilerin hayatta kalması ve yayılması gerektiğinde uygulanan bir işlem olan tohum
biyolojisinde yatmaktadır. Yabani buğday ve çavdar kısırdır; yayılmayı sağlayan çekirdekler
olgunlaşmayla açılırlar. Hayvanların geçişi, rüzgâr ya da gıda toplayıcılarının geçişi sırasında
meydana gelen herhangi bir hareket bu tohumları sallayarak bitkinin içinden yere
dökülmelerine neden olur ve gelecek yılın ürününün tohumu da böylece atılmış olur. Ekilip-biçilen (kültüre alınmış) buğday ve çavdar tohumları ise, bunun tersine, toprağa sürülerek
iyice gömülünceye kadar çimlenmeye başlayamaz. Böylece, doğal bir ortamda ekilen buğday
ve çavdarın hayatta kalma şansı da çok düşük olur. Bu nedenle, yabani buğday ve çavdar
tarlalarındaki çoğu bitkiler kısır, olgunlaşmamış başaklıdır ve yalnız çok az sayıdaki bir kısmı
olgunlaşarak tahıl halini alır.
Bununla birlikte, tarım öncesi toplayıcıların bu tarlalara girmeleriyle birlikte bitki nüfusu
da değişmeye başlamıştır. Toplayıcılar iyi uyum sağlamayan türlerin tohumlarını dökerek ve
bunları daha sonra toplayıp tüm insanlaşmış dünyaya taşıyarak yavaş yavaş sert buğday ve
çavdar türlerini egemen duruma geçirmişlerdir; insanlar buğday ve çavdarın sert türlerinin
hayatta kalmasını, büyük bir olasılıkla, bilinçsiz olarak sağlamışlardır. Yeni çevrelere göç
ettiklerinde de beraberlerinde bu bitkileri de taşımışlar; doğal tohum toplama yoluyla yayılma
sırasında tarıma en uygun olan tahıl türleri de –yani, yerden toplanan değil, bitkiden çıkarılan
tohum- bilinçsizce seçilmiştir.
Ortadoğu dağ eteklerinde hayvanların ehlileştirilmesi de plansız, avcı ve toplayıcıların
davranışlarının doğal uzantısı olarak yavaş yavaş meydana gelen bir süreç olmuştur.
Günümüzden yaklaşık 11,000 yıl kadar önce Ortadoğu’da ilk ehlileştirilen hayvan, o zamanlar
için modern geyik gibi görünen, koyun olmuştur. Bir süre sonra da (yaklaşık 8500 yıl önce),
keçi ve belki de domuz bu bölgede ehlileştirilen diğer hayvanları oluşturmuştur. Büyükbaş
hayvanların ise koyundan birkaç bin yıl sonra (günümüzden yaklaşık 7000 yıl önce)
ehlileştirilebildikleri sanılmaktadır.
Bu ehlileştirilmiş koyun ve keçiler, muhtemelen göçmen çobanlar tarafından, Mümbit
Hilâl’in dağ eteklerinin hemen her tarafına yayılmışlardı. Hayvanların ehlileştirilmesi avcı ve
toplayıcılara ve ilk tarımcılara sorunlar yaratmış olmalıdır: Birincisi, kolaylıkla zarar
görebilen ehlileştirilmiş koyun ve keçilerin daha büyük yabani hayvanlardan korunmaları
gerekiyordu; bu görev de göçebe hayvancılar tarafından değil, ancak yerleşik durumdaki
nüfus tarafından daha kolaylıkla yerine getirilebilirdi. İkincisi, hayvan sürüleri yıl boyunca ve
özellikle de doğal otlakların kuruduğu kurak yaz mevsimi boyunca beslenmeyi zorunlu
kılıyordu. O zamanki tarımcılar da muhtemelen hayvanları kendi tarlalarından topladıkları
tahıl ve samanla besliyorlardı; Zağros Dağları’ndaki göçebe hayvancılar kurak mevsim
boyunca hayvan sürülerini  alpin otlaklara götürebiliyorlardı. Fakat hayvan ehlileştirmeyle
uğraşan, ister tarımcı isterse toplayıcı olsun, diğer insanlar, kendi hayvanlarını tüketmeye
kalkmamaları için yıl boyunca yeterli miktarda güvenilir gıda bulmak zorundaydılar.Hayvan ehlileştirmek için, gerekli enerjiyi sürdürmek üzere, bu insanları harekete
getirecek bir güdü gerekiyordu. Yabani koyun ve keçinin süt üretmesi ancak ehlileştirmeden
sonra mümkün olabilmekteydi. Et ve post (deri) zaten avcılar tarafından sağlandığı için, söz
konusu güdüler gıda ve giyim ihtiyacının ötesindeki şeyler için gerekliydi. Hayvan sürülerinin
çekirdeğini oluşturan genç hayvanlar, temelde dinsel nedenlerle, kurban edilmek ya da
festivallerde kullanılmak amacıyla ya da boynuzlarının değeri yüzünden yakalanıyorlardı.
Büyük boynuzlu  hayvanlar bu insanların yaşamlarında önemli bir sembolik ve dinsel rol
oynamışlardı. Avcı tarafından köye getirilen genç hayvanlar ev hayvanı gibi ya da av hatırası
olarak hayatta kalabiliyorlardı. Tüm bu ve benzeri nedenlerle, genç koyun ya da keçilerden
oluşan bir çekirdek sürü bir kez oluştuğunda, muhtemelen köylüler sürüden en saldırgan, en
uyumsuz hayvanı seçeceklerdi. Bitkilerin kültüre alınmasında olduğu gibi, hayvanların da
tesadüfen, plansız seçimi daha sonra uzmanlaşmış hayvan yetiştiriciliğine götürmüştür.
Gıda üretiminde meydana gelen devrimsel değişimler M.Ö.4000’lerde Ortadoğu’da geniş
ölçüde yayılmış bulunuyordu. Başta Nil nehri boyunca olmak üzere, kurak bölgelerde
vahalarda, çöllerde, dağ vadilerinde ve bataklık alanların kenar kesimlerinde tarımla uğraşan
yerleşmeler ortaya çıkmıştı. Gıda üretim kompleksinin ana unsurları daha sonra Türkiye’de
Anadolu Yaylası’ndan batıya, Avrupa’ya doğru akarsu vadileri ve Akdeniz kıyısı boyunca
yavaş yavaş yayılışını sürdürdü. Doğu Avrupa’dan İskandinavya’nın en uzak köşelerine kadar
tarımın yayılması ise binlerce yıl aldı. Ortalama olarak tarımın yılda 800 m’lik bir hızla
yayıldığı sanılmakta; fakat yayılmanın kesin yolu ve oranı tam olarak bilinmemektedir.
Tarım ve hayvan yetiştiriciliği Akdeniz’den diğer taraflara doğru yayıldıkça, farklı
iklimler, topraklar ve bitki türlerine uyum sağlama zorunluluğu da doğmuştur. Akdeniz
dışında yerleşilen ilk alan Tuna Vadisi idi. Burada, M.Ö. 5000’inci yılda insanlar buğday,
arpa ve diğer bitkiler, araziyi kısa zaman devrelerinde kullanarak, yetiştirip, daha sonra yer
değiştirerek bir tür “yer değiştirmeli tarım” uygulamışlardı. Ehlileştirilmiş büyük baş
hayvanlar ve domuzlar daha çok tutulmuş, koyun ve keçiler ise daha az önem taşımışlardı. Bu
insanların oluşturdukları yerleşmeler, muhtemelen ilk tarımcılara en çekici yerler olarak
görünmüş olan, Avrupa’nın alçak akarsu havzalarıyla sınırlı kalmış;  ancak, daha sonraları
daha güç erişilebilen orman çevrelerine doğru genişlemiştir.
Tarımla uğraşanların Avrupa’nın ormanlarına doğru bu yayılışı M.Ö.3000 yıllarına kadar,
yani tarımcılar araziyi temizlemek için ateşi kullanmaya ve sonra bu küllere tohum ekmeye ve
açılan arazide yaratılan çayırlarda hayvanları otlatmaya başlayıncaya kadar,
gerçekleşememişti. Bu tarihten sonra, Avrupa’nın geniş alanları üzerinde meşe ve karaağaç ormanları çiftçilerin genişleme çabalarıyla tahrip edildi. Bu çiftçiler, ilerlemeleri sırasında
gittikçe daha serin iklimlere geldiklerinden, buğday ve arpa da yerini daha sert tahıllar olan
yulaf ve çavdar gibi ürünlere bırakmışlardı.
Ortadoğu gıda üretiminin doğuya doğru Asya’ya yayılması da Avrupa’ya yayılma kadar
yavaş olmuştur. M.Ö. 5000’e doğru buğday ve arpa doğuda, ta Afganistan ve Pakistan’da bile
ekilip biçiliyordu. Fakat İndus Vadisi’nin ötesinde kalan alanlara gıda üretimi çok daha sonra
girmiştir. Ancak, M.Ö.2000 yıllarına doğru orta Hindistan’daki çiftçiler de tahıl ve sebze
yetiştiriyor ve ehlileştirilmiş hayvan besliyorlardı. Kuzey Çin’de, çiftçiler Güneydoğu Asya
tarımıyla Ortadoğu’nun tahıl tarımını birleştirmişlerdi. Güneydoğu Asya’nın kesilerek
toplanan sebze üretimine dayanan farklı bir tarımsal kalıbı vardı. Bu kalıbın oluşmasında
domuz ve kümes hayvanları gibi, yumrulu bitkiler de önemli bir rol oynamışlardı. Doğu ve
Güneydoğu Asya ile Ortadoğu’daki tarım arasındaki ilişki açık değildir. Yakın zamanlarda
ortaya çıkan bulgular Çin’de tarımın bilinenden daha eskilere gittiğini, Çinli çiftçilerin de
dünyadaki ilk çiftçiler arasında sayılabileceğini göstermektedir; burada meydana gelen gıda
üretimi ve nüfus artışı fazlalığı Tayvan, Filipinler ve Pasifik adalarının da nüfus kazanmasını
sağlamıştır. (Powerpoint Sunu 1: Şekil 2).
EHLİLEŞTİRİLMİŞ BAŞLICA HAYVAN VE BİTKİLERİN ÇIKIŞ YERLERİ*
Çıkış yeri Bitkiler Hayvanlar
ESKİ DÜNYA
Güney ve Güneydoğu Asya
Muz, pirinç, yam, taro, patlıcan, şeker kamışı, jüt, mango,
turunçgiller, karabiber, salata, hıyar, mercimek, hindistan
cevizi, çay, ekmek ağacı
Köpek, kedi, ördek, kaz, su
aygırı, tavuk, domuz, sığır
Kuzey Çin
Pirinç, sorgum, darı, soya fasulyesi, turp, lahana, dut, kayısı,
şeftali, erik, çay
Köpek, tavuk, at,  domuz,
ipek böceği
Orta Asya
Keten, kenevir, ceviz, badem, mercimek, elma, bezelye,
şalgam, soğan, havuç, kiraz, armut, kavun
Köpek, sığır, tavuk, yak,
koyun, at, arı, geyik, deve
Mümbit Hilâl
Buğday, arpa, çavdar, yulaf, badem, hurma, incir, zeytin,
bezelye, soğan, şalgam, lahana, ıspanak, üzüm
Köpek, güvercin, koyun, arı,
keçi, sığır, domuz, deve
Etiyopya Kahve
Nil Vadisi
Sorgum, darı, pamuk, susam, hıyar, bezelye, mercimek,
kavun
Köpek, güvercin, koyun, arı,
keçi, sığır, domuz, deve
Batı Afrika Pirinç, kola, darı, karpuz Köpek, kedi, hindi
YENİ DÜNYA
Orta-kuzey Amerika
Mısır, pamuk, ayçiçeği, kakao, pamuk, patates, domates,
kırmızı biber, fasulye, kabak, avokado, tütün, enginar
Köpek, hindi
Kuzey Andlar
Patates, bezelye, kabak, çilek, domates, papaya Gine domuzu, lama,
alpaka, vicuna, guanaco
Doğu-güney Amerika
Fıstık, kakao, ayçiçeği, manyok (kassava), tatlı patates,
fasulye, kabak, ananas
Köpek, ördek
   * Bazı bitki ve hayvanların başka yerlerde de aynı anda ortaya çıkmış olabileceği unutulmamalıdır.
       Kaynak: English 1984; Bergman 1995; de Blij 1996.Yeni Dünya’da, bütün bunlardan bağımsız fakat paralel bir gıda toplayıcılığından gıda
üretimine geçiş ise orta Meksika’da ve Andların kuzeyinde gerçekleşmişti. Ortadoğu’da
insanlar birçok hayvanı ehlileştirmiş ve başta tahıllar olmak üzere birçok bitkiyi kültüre
almışlardı; Yeni Dünya’da ise beyaz ve tatlı patates yanında ayçiçeği, taneli sebzeler, tatlı
kabağı, kabak ve en önemlisi de mısır kültüre alınmıştı. Yeni Dünya’da, Peru yaylalarında
ehlileştirilen büyük hayvanlar ise yalnızca lama, alpaka ve Güney Amerika devesi idi.
Tablodan da izleneceği gibi, dünyanın her tarafında seçilen ve tarımı yapılmaya başlanan
ürünler çok büyük bir çeşitliliğe sahiptir. Değişik zamanlarda ve değişik yerlerde değişik ürün
grupları insanların yaşam tarzının bir parçası olmuştur. Kısa zamanda da bunlar bulundukları
kültür ocağından dışarıya, başka yerlere yayılmışlardır. Örneğin, darı Batı Afrika’dan
Hindistan’a, bir başka tahıl olan sorgum yine Batı Afrika’dan Çin’e tanıtılırken; karpuz Batı
Afrika’dan önce yakın çevreye, sonra da bütün dünyaya yayılmıştır. Mısır, Orta Amerika’dan
Kuzey Amerika’ya yayılmış; daha sonra da Portekizliler bu bitkiyi Atlas Okyanusu’nun karşı
kıyısına taşımışlar ve Afrika’nın büyük kısmının temel gıda maddesi olmuştur. Muz ise
Güneydoğu Asya’dan çıkmış ama Karayipler’in temel tarım ürünü olmuştur. Geçmişte
binlerce yıl süren bu yayılma süreci de, Avrupalıların yayılışıyla oluşan dünya çapında
iletişim ağı güçlendikçe hızlanmıştır.
1.2.3.İkinci Tarım Devrimi
Tarımın dünya çapında yayılışı sürerken,  ortaçağlarda, kuzey ve batı Avrupa’da tarımın
örgütlenmesi M.S.1000 yıllarında nüfusun geniş kapsamlı yayılma olayına yol açmıştı. 500
yıllık bir dönemde ormanlar devrilmiş, şehirler-kasabalar kurulmuş ve nüfus yaklaşık üç
misline ulaşmıştı. Ortaçağın başlarında kırsal yaşam Batı Avrupa’da her yerde rastlanan bir
durumdu; temel yerleşme birimini de köyler oluşturuyordu. Nüfus grupları, birbirlerinden
geniş boş mekânlarla ayrılmış, bu belirli yerlerde  –köylerde- toplanmıştı. Bu köylerin
bulunduğu yerlerin çitlerle işaretlenmiş belirli, sabit sınırları bulunuyordu. Bu sınırlar içinde
de kulübeler, hayvan barınakları, gıda depoları ve sebze bahçeleri, yani “toft”lar yer alıyordu.
Köylerin belirli yerlerde konumlanmaları hem yasa gereği hem de çevresel nedenlerleydi.
Köy arazisi içinde kalan topraklar insan ve hayvan dışkılarıyla gübreleniyordu. Burada,
köylüler yıl boyunca bahçeleri, otsu bitkiler, yumru bitkiler, bağlar ve sebzeler ekip-biçerek
işlemişlerdi. Sınırların dışında ise en erişilebilir yerlerdeki çitlerle çevrili tarlalara buğday,
çavdar ve yulaf ekiliyordu. Lordlar/ağalar, manastırlar ya da dini kurumların sahibi olduğu ve
yerel köylüleri ve hizmetkârları çalıştırdıkları köyler daha büyük ve daha çeşitliydiler. Kilise, ortaçağ Avrupa’sının ekonomik  yaşamında özellikle önemli bir rol oynamıştı. Manastırlar
kırsal manzarada geniş ölçüde yayılmışlar ve tarımsal alandaki büyük işletmeleri kontrol
altına  almışlardı; sınır bölgelerde yeni arazilerin tarıma açılmasında faal rol oynamışlar ve
yüksek kesimlerde de koyun yetiştiriciliğiyle uğraşmışlardı. Bu yolla, ağalar ve din adamları
topluma egemen olmuşlar ve araziyi elde tutarak kırsal toplumun faaliyetlerini de kontrol
altına almışlardı.
Bugünkü Benelüks ülkelerinde (Alçak Ülkeler) de köyler, dağınık ve noktasal bir yerleşme
dağılış kalıbı yaratarak, ağır toprakların bulunduğu alanlardan kaçınmışlardı. Tarımsal
yayılma da oldukça güç oluyordu; çünkü tarım için kullanılan tahta el aletleri ağaçlık alanları
temizlemeye ya da ağır toprakları altüst etmeye yeterli gelmiyordu. Sonuç olarak, her ne
kadar toplam nüfus az idiyse de, Batı Avrupa’da tercih edilen ekolojik kuşaklar aşırı
nüfuslanma yoluna girmişlerdi ve bu nüfus baskısı başka yerlere doğru kaydırılan
kolonizasyonla kolaylıkla giderilemiyordu. Bu devreler üzerine yapılan incelemelere göre
Fransa, Hollanda, Almanya’nın batısı, İsviçre ve kuzey İtalya’daki köyler M.S.1000 yılından
önceki iki yüzyıl boyunca aşırı nüfuslandılar. Avrupalı köylülerin esas uğraşları da uygun
olmayan iklim koşullarında yetersiz aletlerle tahıl yetiştirmeye çabalayarak hayatta kalmaya
çalışmak, büyük arazi sahiplerinin (ağaların) ve din adamlarının taleplerini karşılamak ve
saldırganların zaman zaman meydana gelen ataklarından korunmaya çalışmaktı.
Fakat ortaçağ tarımında meydana gelen birkaç toplumsal, ekonomik ve teknolojik değişim
Batı Avrupa’daki kır hayatının dokusunu da değişime uğratmıştı. Bu değişimler köylü
varlığının güvensizliğini azaltmış, kuzey Avrupa’nın coğrafi görünümünü yeniden
biçimlendirmiş ve geniş ölçüde daha üretici bir tarımsal sistem yaratmıştı. Tarımsal
yaşamdaki bu değişimlere katkıda bulunan en önemli üç unsur şunlardı:
(1) Kuzeyin nemli-killi topraklarını tarıma açmayı mümkün kılan  demir sabanın
kullanılmaya başlanması;
(2) tarla sürme ve taşıma amacıyla atın kullanımı; ve
(3) tarımsal üretimi arttıran üçlü tarla ürün rotasyon sisteminin geliştirilmesi.
Demir saban, kuzey Avrupa’ya sekizinci ve onuncu yüzyıllar arasında gelmişti. Bu sabanın
Alplerin kuzeyinde kalan kesimde tarımla uğraşanlar için önemli avantajları vardı: Birincisi,
ağır olduğu için, yaş, killi toprağı o kadar iyi altüst ediyordu ki tekrar enlemesine sürmeye
gerek kalmıyor; sürme işlemini yarı yarıya azaltarak çiftçinin aynı zaman süresinde iki misli
daha fazla araziyi sürebilmesini sağlıyordu. Demir saban, çiftçilerin çevredeki yüksek alanlardakinden daha verimli olan alçak alanlardaki ağır toprakları işlemelerini mümkün
kılmıştı. İşgücünden tasarruf, tarla drenajındaki iyileştirmeler ve yeni alanların tarıma
açılması, hepsi birlikte, kuzey Avrupa’da üretimi arttırmış ve tarımda devrim, diğer
gelişmelerle birlikte alındığında da İkinci Tarım Devrimi’ni yaratmıştı.
Ortaçağ tarımında ikinci büyük değişim tarla sürmek ve ekim yapmak için at kullanımının
gittikçe artmasıydı. Öküzün yerini atın almasının başlıca avantajı da tarıma daha fazla hız ve
dayanıklılık kazandırmasıydı. Her iki hayvan da eşit sürüş gücüne sahipse de, atlar tarlaları iki
misli daha çabuk sürebiliyor ve her gün öküzlere göre bir-iki saat daha fazla çalışabiliyorlardı.
1200’lerde atlar Kuzey Avrupa ovalarında yaygın bir biçimde kullanılıyorlardı. Bir yüzyıl
sonra İngiltere’de de olağan hale geldiler. Fakat atlar Akdeniz Avrupa’sına, başlıca
yiyecekleri olan yulaf yetişmediği için, girememişlerdi.
Öküzden ata geçiş ortaçağ Avrupa’sında iletişimin kurulmasında ve taşımacılıkta önemli
etkiler yapmıştır. Ortaçağın başlarında her şato, manastır ya da kasaba gezgin rahipler ya da
satıcılar tarafından arada sırada ziyaret edilirdi; fakat yerleşmeler arasındaki bağlantılar çok
azdı. İletişimin önüne çıkan engeller çok büyüktü. Yollar kötü ve güvensizdi; bir gezgin ya da
kervan normal bir günde ancak 30-40 km yapabiliyordu. Atın yaygın bir kabul görmesi bu
kalıbı değiştirdi. Köylüler daha büyük merkezlere taşındıkça ve tarlalarını at üzerinden
yönettikçe, daha büyük yerleşmelerin yakınındaki küçük yerleşmeler olan hamletler terk
edildi. 100 ve daha fazla ailenin yaşadığı, bir kilisesi, bir meyhanesi ve bazen de bir okulu
olan esas köyler Avrupa manzarasında belirmeye başladı. Köylülerin bu şehirlileşme biçimi,
daha sonra gerçekleşecek olan, kırlardan şehirsel yaşama doğru yer değiştirmenin de temelini
atıyordu.
Tarımsal değişimin son elemanı olan  üçlü tarla rotasyon sistemi, Kuzey Avrupa’da
onüçüncü yüzyılda benimsenmişti. Geleneksel ikili tarla sistem altında her yıl tarımsal alanın
yarısına kış buğdayı ekilmekte ve diğer yarısı da toprağın verimliliğini arttırmak üzere nadasa
bırakılmaktaydı. Toprağı zenginleştiren baklagil ekimiyle köy arazisinin üçe ayrılması söz
konusu oldu. Her bir parçaya birinci yıl kış buğdayı; ikinci yıl baklagiller, arpa ve yulaf
ekiliyor ve üçüncü yılda da o şerit nadasa bırakılıyordu. Bu yeni sistem verimliliği arttırdı.
İkili tarla sisteminde arazinin yarısı üretim dışı bırakılıyordu; üçlü sistemde ise yalnızca üçte
bir nadasa bırakılıyor, böylece aynı araziden daha fazla insanın beslenme olanağı doğuyordu.
Bundan başka, arpa ve yulafın ilkbaharda ekimi atların beslenmesi için de önem taşıyordu;
çünkü ikili tarla sisteminden üçe geçişle öküzden ata geçiş aynı zamana rastlamıştı.Demir saban, at, üçlü tarla rotasyon sistemi ortaçağ Avrupa’sındaki yaşam ve coğrafi
görünüm üzerinde önemli bir etki yaratmış; geçmişte nüfusu kontrol altında tutan ve tarımı
sınırlayan engeller ortadan kalkmıştı. Yeni köyler ortaya çıkmış ve eskileri daha da
büyümüştü. Kasabalar kırsal alanda noktalar halinde belirmeye başlamıştı. Daha geniş bir
tarımsal verimlilik ve daha iyi beslenme koşulları, yeni ve talepleri artan bir yaşam tarzı
sağlamıştı. Bölgenin büyük ormanları kesilmiş; boş alanlar ortadan kalktıkça, birbirine daha
yakın insan topluluklarından oluşan bir kalıp ortaya çıkmıştı. Böylece, oniki ve onüçüncü
yüzyıllarda, Batı Avrupa’nın nüfusu birdenbire 83 milyon olmuştu. Bu çeşitliliklere rağmen,
Avrupa’da çok sayıda insan da ormanlar, bataklıklar ve otlaklar aleyhine tarımsal mekânın
genişletilmesiyle elde edilen alanlarda yaşıyordu. Hollanda’da bunun anlamı bataklıkların
kurutulması, daykların yapılması ve polderlerin oluşturulması idi. Fransa ve Almanya’da ise
yeni araziler orman açılmasıyla elde edilmiş ve buralara köyler kurulmuştu. Alplerde köyler,
modern zamanlarda yerleşilenden bile daha yüksek yamaçlarda yer almışlardı.
Onsekizinci yüzyılda başlayan teknolojik değişimler sonucu meydana gelen  Sanayi
Devrimi, genelde, yukarıda özetlenen İkinci Tarım Devrimi’ni gölgelemiştir. Aslında
insanların hayatta kalmasını, dolayısıyla nüfus artışını sağlayan ve onları değişime ve en
sonunda da Sanayi Devrimi’ne hazırlayan ise bu Tarım Devrimi olmuştur. Bu dönem boyunca
gelişen tarım, Avrupa’da, onyedi ve onsekizinci yüzyıllarda da çok önemli değişimler geçirdi.
Toprağın tarıma hazırlanması, gübreleme, tohum ıslahı ve ürün hasat yöntemleri iyileştirildi.
Tarımın genel olarak örgütlenmesi, gıda depolanması ve dağıtımı daha yeterli hale geldi; artan
talepleri karşılamak üzere verimlilik de arttı. Sanayi Devrimi hız kazandıkça da, tarımdaki
ilerlemeler arttı; makineleşme tarıma güç kazandırırken, traktörler ve başka aletler başından
beri insan ve hayvan gücüyle yapılan işleri üstlendiler. Ticari tarımın etkileri kültürel coğrafi
görünümde belirmeye, makinelerle ekilen ve hasat edilen buğday ve başka tahıllar dev
büyüklükte tarlalar halinde görünüme egemen olmaya başladı ve böylece başlayan Üçüncü
Tarım Devrimi süreci günümüze kadar devam etti.
1.2.4.Üçüncü Tarım Devrimi
Tarımın, bilindiği gibi, dünyanın her tarafında yapılması mümkün değildir. Geniş çöller, dik
dağ yamaçları, donmuş kutup bölgeleri ve başka çevresel engeller tarımın yerkürenin her
yerine yayılmasını engellemektedir. Tarımın yapılabildiği yerlerde de arazi ve toprak her
yerde aynı şekilde kullanılamamaktadır  –bazı yerlerde dev hayvan çiftlikleri, bazı yerlerde
çok büyük mandıra çiftlikleri ya da bazı yerlerde de pirinç taraçaları tarımsal amaçta ağır
basmaktadır. Dünya tarımsal alanlarının büyük kısmı ise hâlâ eski geleneksel yollarla ekilip biçilmektedir  –fakat şimdiki  verimlilik eski zamanlardakinden çok daha yüksektir. İşte bu
yüzden de, halen sürmekte olan  Üçüncü Tarım Devrimi, küresel talep ile dünya tarımsal
üretimi arasındaki uçurumu daraltmaya çalışmaktadır. Üçüncü Tarım Devrimi, tarlalarda
değil, genetik mühendisliğinin modern teknikleriyle laboratuarlarda geliştirilen yeni, yüksek
verimli buğday ve başka ürün türlerine dayanan gelişmeleri ve buna ek olarak da tarım
yöntem ve araçlarındaki ilerlemeleri ifade etmektedir. Üçüncü Tarım Devrimi, başka bir
ifadeyle, biyoteknoloji çağının bir sonucudur.
Üçüncü Tarım Devrimi’nin geçmişi oldukça yenidir ve Eski Dünya’da değil, Yeni
Dünya’da doğmuştur. Aslında yirminci yüzyılın ortalarına doğru belirmeye başlayan Üçüncü
Tarım Devrimi’nin sembolik başlangıcı olarak, 1960’larda Filipinler’deki Pirinç Araştırma
Enstitüsü’ndeki bilim adamlarının bir Çin cüce pirinç türünü bir Endonezya pirinç türüyle
melezleştirmesi ve IR8’i üretmesi kabul edilmektedir. Bu “yapay” pirinç bitkisinin tercih
edilecek birçok özelliği vardı: Tahıl taneleri daha büyüktü ve sapları bu ağırlığa dayanıklıydı.
IR8 kendi ebeveynlerine göre her bakımdan daha iyiydi; fakat araştırmacılar henüz tatmin
olmamışlardı.
1982’de 13 pirinç türünün karışımından, 15 bitki hastalığına genetik direnci olan ve ılıman
koşullarda 110 günlük bir büyüme devresine sahip olması nedeniyle yılda üç ürün veren
IR36’yı ürettiler. 1992’ye gelindiğinde IR36 artık yeryüzünde en geniş ölçüde yetiştirilen
ürün olmuştu. 1994’de de bilim insanları yeni bir aşamayı daha ilan ediyorlardı: IR36’dan bile
çok daha verimli yeni bir pirinç türünü. Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü, önceden
fidelenmesi gerekmeyecek, doğrudan tarlaya ekilebilecek, hastalıklara daha dayanıklı ve
yaklaşık iki misli daha verimli bir “süper pirinç” üzerinde çalışmalarını sürdürüyorlar.
Bununla birlikte, IR8’e gelinceye kadar, Üçüncü Tarım Devrimi’ni hazırlayan uzun bir dönem
geçirilmiştir. Bu dönemin, üç grup halinde toplanabilecek olan ve Üçüncü Tarım Devrimi’nin
aşamaları olarak kabul edilen gelişmelerin sonuçları da IR8’in bulunduğu 1960’lı yıllarda
ortaya çıkmıştır:
(1) A.B.D.’nde 1920’lerde başlayıp Avrupa’ya II.Dünya Savaşı’ndan sonra yayılan;
küresel yayılışını ise 1960’larda gerçekleştiren ve tarımda insan ve hayvan gücünün yerini
modern teknolojinin alması demek olan tarımda makineleşme;
(2) 1950’lerde A.B.D.’nde yaygınlaşan, 1960’larda Avrupa’ya ve 1970’lerde de dünyanın
kenar bölgelerine yayılan, tarımda verimi arttırmak için inorganik gübre, bitki
hastalıklarına karşı çeşitli ilaçların uygulanması olan kimyasal tarım; (3) yine kökleri Kuzey Amerika’da olan  gıda imalâtı; bu da tarımsal ürünlere işleme,
konserveleme, paketleme vb. şekilde bir dizi işlem uygulanarak ekonomik değerinin
arttırılması demektir –ama bunların tümü tarladan uzakta ve pazarlara varmadan yapılan
işlemlerdir.
İlk iki aşama Üçüncü Tarım Devrimi’nin tarımsal üretim işlemlerinin  girdilerini  etkilerken,
sonuncusu da tarımsal  çıktılarını etkilemiştir. Böylece, 1960’larda  “çekirdek” olarak anılan
gelişmiş sanayi ülkeleri “kenar” olarak anılan gelişmekte olan ülkelere (daha çok Asya ve
Afrika’da) tarımsal üretimi arttırmak üzere gübre ve yüksek verimli tohumlardan oluşan,
“Yeşil Devrim” olarak anılan birer teknolojik paket sunmuştu. Dünyada gittikçe artan nüfusun
karnını doyurabilmek için umut olarak görülen yeni verim artışı sağlayacak gelişmeler
Üçüncü Tarım Devrimi içinde biyoteknolojinin etkisiyle daha da önem kazanmıştır. Bununla
birlikte, sağlanan yeni tahıl türlerinin  uygulandığı ülkelerin tümünde aynı sonucu verdiğini
söylemek olanaksızdır; tarım üzerinde etkili olan fiziki ve beşeri etkenlerin rolüne göre
bunlardan alınan sonuç da ülkelere göre değişik olmuşsa da, birçok halkların karnını
doyurmasını sağladığı da açıktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder