16 Mayıs 2012 Çarşamba


Doç.Dr. Ayşe Nur TİMOR
İÜ, Edebiyat Fakültesi
Coğrafya Bölümü
BÖLGESEL COĞRAFYAYA GİRİŞ,  e-Ders
4.Hafta e-Ders Kitap Bölümü
4. HAFTA
ÖZET: Asya’nın bölgelerinden ilkini (Bağımsız Devletler Topluluğu Asyası) üçüncü derste
görmüştük. Bu derste Asya’nın diğer dört bölgesi (Doğu Asya, Güneydoğu Asya, Güney
Asya ve Doğu Asya) ele alınacaktır. Dersi Powerpoint sunularla birlikte izlemekte yarar var.
BÖLÜM 2: ASYA  (devam)
2.3.2.Doğu Asya
Asya’nın bu bölgesi hem coğrafi hem de kültürel özellikleri açısından “Doğu” olarak
adlandırılmaktadır. Bölge dünyanın en yoğun nüfuslu yerlerinden birisidir; Asya nüfusunun
yaklaşık % 38’i, dünya nüfusunun ise % 22’si (yaklaşık 1.5 milyar kişi) burada yaşar. Doğu
Asya’nın büyük bir kısmını da tek başına bir ülke -Çin- kaplamaktadır.
Çin (tam adıyla Çin Halk Cumhuriyeti) Doğu Asya’nın nüfus ve toprak bakımından en
büyük ülkesidir; 9,640,821 km
2
’lik yüzölçümü ile fiziksel olarak tüm Asya’ya egemendir.
Aynı zamanda, 1.34 milyara yaklaşan nüfusu ile yalnızca Doğu Asya’nın değil dünyanın da
en fazla nüfusa sahip ülkesidir. Günümüzde dünya toplam nüfusunun yaklaşık 1/6’sı Çin
topraklarında yaşamaktadır.
Çin, çok farklı fiziki ve beşeri coğrafi görünümlere sahip olan çok büyük bir ülkedir. Çin
bir “dağlar ülkesi” olarak adlandırılmaktadır. Ülkenin topraklarının 2/3’si dağlar, tepeler ve
yüksek platolarla kaplıdır. Çin’in topografyası, genel olarak, kuzeydoğuya, doğuya ve
güneydoğuya doğru yükseltisini kaybeden eğimli ya da taraçalı bir yapıya sahiptir. En yüksek
“doğal taraça”, 4.000 m’nin üzerinde yüksekliğe sahip olan Tibet-Kinghai Platosu’dur. Çin’in
ve Güneydoğu Asya’nın bütün başlıca nehirleri (Brahmaputra, Salween, Mekong, Huanghe/Sarı Nehir ve Çang Kiang/Yangçe) bu platodan doğar. İkincisi, ortalama yükseltileri
1.00-2.000 m olan taraçalar ve platolar tarafından şekillendirilmektedir Bunlar, kuzeyden
güneye doğru, Tarım Havzası, Moğolistan Platosu, Merkezi Çin Lös Platosu, Seçuan’ın Kızıl
Havzası ve  Yunnan-Guizhou Platosu şeklinde uzanış gösterirler. Üçüncüsü ise büyük
nehirlerin aşağı çığırlarındaki ovalar ve alçak alanlardan oluşmaktadır. Ülke nüfusunun
2/3’sinden fazlası burada yaşar; burası Çin’in tarımsal ve endüstriyel merkezidir.
Çin büyüklüğündeki bir ülkede büyük sıcaklık farklıklarının ve birçok farklı iklim tipinin
bulunması son derece doğaldır. Ülkenin kuzeyi ile güneyi arasındaki 49
0
’lik enlem farkı ile
batısındaki yüksek dağlar ve platolarla doğu ve güneydoğusundaki alçak ovalar arasındaki
yükselti farkları iklim koşullarını büyük ölçüde etkileyen önemli faktörlerdir. Fakat, asıl etkili
olan, ülkenin geniş Pasifik Okyanusu ile Asya kıtasının kenarında yer alan konumudur.
Başlıca iklim türlerinin dağılımı ve bunlarla ilgili yağış ve hava sıcaklığı koşulları özellikle
belirgin muson mevsimine, kış ve yaz arasındaki rüzgâr terselmelerine bağımlıdır. Çin’in
farklı bölgelerinde farklı yağış değerleriyle karşılaşılmaktadır: bazı istasyonlar 7.500 mm
hatta daha fazla yağış alırken, bazılarında toplam yağış yalnızca 100 mm kadardır. Genelde,
Güney Çin nemlidir, Kuzey Çin yarı-nemlidir, ülkenin iç bölgeleri ise kuraktır. Kuzey ve
Güney Çin arasındaki farklılıklar sıcaklık değerleri için de geçerlidir; Batıda yükselti
nedeniyle sıcaklık düşer ve tümüyle tarımsal faaliyeti engelleyebilir; güneyde sıcaklıklar
tarımsal faaliyetin tüm yıl boyunca sürdürülebileceği ve yılda iki hatta üç kere ürün
alınabileceği değerlerdedir; merkezi alanlarda çoğu yerde yılda yalnızca yazın bir kere hasat
yapılır (fakat kış mevsiminde de ürün alınabilen kesimler vardır).
Ülkenin kuzeyi ve güneyi arasındaki büyük fiziksel farklılıkları (özellikle klimatik) aynı
zamanda bu iki bölge arasında tarımsal ve kültürel farklılıkları da beraberinde getirmiştir.
Kuzey Çin’de  pedokaller olarak bilinen kireç bakımından zengin topraklar bulunurken,
Güney Çin pedalferler olarak biinen kireç bakımından fakir, alüminyum ve demirin birikmiş
olduğu topraklar yaygındır. Bu genel gruplandırmaya rağmen, Çin’de çeşitli toprak tipleri
görülür. En verimli topraklar kuzey ve batı Mançurya’nın, güney Moğolistan’ın ve kuzey
Tibet’in yarı-nemli step örtüsünün yayılış gösterdiği kesimlerinde görülürler. Güney Çin’de
tarımsal alanın çoğu, taşkın ovalarının ya da deltaların  genç alüvyal depoları üzerinde
bulunur. Çin’de orijinal doğal bitki örtüsünün hâlâ korunduğu çok az alan (İç Moğolistan,
Sincan ve Tibet’in stepleri ve çöl bitkileri, Mançurya’nın kurak otlakları ve orman alanlarının
bir kısmı ve merkezi ve güney Çin’in dağlarındaki nispeten küçük ormanlık alan)  kalmıştır.
Büyük ölçüde ortadan kaldırılmış olan orman örtüsünü yeniden kazanabilmek (ve çölleşmeyi de önlemek amacıyla)  Yeşil Kuşak olarak bilinen kitlesel bir ağaçlandırma projesi
başlatılmıştır.
Çin tarih boyunca kaydedilmiş tüm bilgi ve verilerde dünyanın en yüksek nüfuslu ülkesi
olmuştur (muhtemelen gelecekte de öyle olacaktır). 2010’da 1.339.724.852’a ulaşmıştır.
Üstelik bu dev boyutlardaki nüfus özellikle bazı devrelerde yüksek oranda artmıştır.
1960’larda tüm Doğu Asya ülkeleri için sorun haline gelen büyüyen ve artış hızı yükselen bir
nüfus, aşırı kalabalıklaşma korkusuna yol açmıştı. Bu dönemde ve izleyen yıllarda Çin “tek
çocuk siyaseti”ni uygulamaya koydu. Çin nüfusu çok sayıda etnik gruptan oluşmaktadır; bu
grupların en büyüğü, toplam nüfusun % 91.5’ini oluşturan  Han’dır.  Etnik azınlıklar ise
50’den fazla gruptan oluşurlar ve genellikle özerk bölgelerde ya da yönetim bölümlerinde
yaşarlar.
Çin dünyada en çok nüfusa sahip ülke olmasına rağmen, ortalama nüfus yoğunluğu
(km
2
’de 139 kişi) çok yüksek değildir ve bu ortalama yoğunluk dengeli dağılmamıştır. Bir
Çin haritası üzerinde Heilonkiang Eyaleti’nin en kuzeydoğu noktasından Myanmar, Laos ve
Çin’in birleştiği noktaya uzanan bir çizgi çekildiği takdirde, bu çizginin doğusunda ülke
topraklarının yalnızca % 20’sinin kaldığı görülür fakat nüfusunun % 90’ı burada yaşar. Nemli
bir özelliğe sahip bu alana genellikle Esas Çin denir. Çin’in nüfusunun ¾’ünden fazlası belli
başlı dört akarsu havzasında toplanmıştır: (1)Kuzeydoğu Çin Ovası ya da diğer adıyla LiaoSonghua Havzası; (2)Kuzey Çin Ovası olarak anılan Aşağı Sarı Nehir (Huang He/Hoang Ho)
Havzası; (3)Çang Kiyang (Yangçe) Nehri’nin  yukarı ve aşağı havzaları; (4)Si (Batı) Nehri
Havzası. Çin’in en büyük şehirleri ve sanayi alanları da buralarda yer alır. Çin bir yandan
Şanghay ve Beijing gibi çok büyük şehirlere sahiptir ve nüfusun % 49.7’si (665.57 milyonu)
şehirlerde yaşamaktadır, diğer yandan 674.15 milyonluk dev bir nüfus kitlesi (% 50.3’ü) hâlâ
köylerde ve diğer küçük kırsal yerleşme birimlerinde yaşamakta ve geçimini topraktan
sağlamaktadır.
Çin Halk Cumhuriyeti Asya’nın en güçlü ekonomileri arasındadır ve dünya
ekonomisindeki rolü giderek  artmaktadır. Ekonominin modernleşmesi, savaş sonrası
komünist yönetim sırasındaki iç siyasal çatışmalar ve başka ülkelerle sınırlı ilişkiler
yüzünden, 1970’lerin sonlarından itibaren başlamıştır. Çin, tamamen merkezî planlamaya
dayalı olan ekonomisinde 1978 yılından itibaren “dışa açılma ve içerde ekonomiyi
güçlendirme politikası”nın yürürlüğe girmesi ve Kültür Devriminin sona ermesiyle temel
reformları gerçekleştirmeye başlamıştır: Pasifik kıyısında oluşturulan  Özel Ekonomik
Kuşaklar, ülkenin doğu kıyısı boyunca yer alan Açık Şehirler, Serbest Ticaret Bölgeleri ve Açık Sınır Şehirleri bunların en güzel uygulamalarıdır. Çin’de tarım faaliyetlerinin M.Ö.
yaklaşık 7500’de darı ve pirinç yetiştiriciliğiyle başladığı bilinmektedir; tarım ekonomideki
önemini korumakta ve çalışanların % 40’ına yakını hâlâ tarımda istihdam edilmektedir.
Sanayi faaliyetleri büyük bir hızla gelişmektedir; Çin, sanayi üretiminde 1990’da dünyanın ilk
on ülkesi arasında 9. sırada alırken 2002’de dördüncü ve 2011’in sonunda da ilk sıraya
yükselmiştir. Gelişme yolunda kaynaklarını büyük bir hızla tüketmektedir; maden kömürü,
demir cevheri, bakır, kalay, çinko, boksit, tungsten ve antimon çıkarımında dünya toplamının
önemli bir kısmını tek başına karşılamakta ve dünya ham petrol üretiminde ilk beş ülke
arasında yer almaktadır. Ayrıca, dünya primer enerjisinin % 50.4’ünü üreten ilk beş ve        
% 40’ından fazlasını tüketen ilk üç ülke arasında yer almaktadır. Elektrik enerjisinde ise
dünya toplamının yaklaşık % 17’sini tüketmekte ve tüketimini daha da arttırmaktadır.
Günümüzde termik, hidroelektrik ve nükleer enerji sektörleri tüm sanayi sektörlerinin en hızlı
büyüyenleridir; hidroelektrik üretimi termik elektrik üretiminin yaklaşık 1/5’i kadar olmasına
rağmen, Çin dünyada en çok hidroelektrik üreten ülkedir ve büyük baraj projelerine imza
atmaktadır. Bunların en büyüğü Üç Boğaz Barajı’dır. Çin, dünyada avlanan balık ve diğer su
ürünlerinin uluslararası ticaretinde de başta gelen ülkeler arasındadır. Ulaşım faaliyetleri de
son yıllarda hızla gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. En önemli ulaşım sektörü olan demiryoludur;
dünya demiryollarının ve yüksek hız hatlarının dağılımına bakıldığında, sırasıyla üçüncü ve
ikinci sırada yer almaktadır.
Çin’in farklı coğrafi görünümler sunan çok geniş toprakları, her biri çeşitli alt bölgeleri de
içeren, başlıca dört bölgeye ayrılmaktadır: (1)Doğu Çin’in dağlık alanları ve akarsu havzaları
ile Kuzeydoğu Çin; coğrafi görünüme, Pasifik Okyanusu’na dökülen üç büyük nehrin (Huang
He, Çang Kiang/Yangçe) ve Si/Batı) havzaları egemendir. Aynı zamanda vadileri, ovaları ve
soğuk Kuzeydoğu bölgesini de kapsar. Doğu Çin, genellikle Asıl Çin olarak adlandırılır;
burası çok büyük nüfus kümeleri, yoğun bir şekilde ekilip biçilen toprakları, sayısız köyleri ve
kalabalık şehirleri ile “Gerçek Çin”dir. (2)Moğolistan Platosu (Moğolistan Stepleri); Asıl Çin
ile Moğolistan arasındaki geçiş zonundan oluşur. Fiziki coğrafya açısından, bölge, büyük
ölçüde geniş Gobi Çölü çanağının güney kenarını kaplamaktadır. Aynı zamanda,  İç
Moğolistan Özerk Bölgesi’nin toprakları ile denk düşmektedir.  (3)Kinghai-Siang’ın (Tibet)
yüksek platoları ve dağları; Çin topraklarının yaklaşık ¼’ünü kaplar ve Tibet Özerk Bölgesi
ile komşu eyaletlerin kenar kesimlerini içine alır. Dünyanın en yüksek ve karlarla kaplı dağ
sıraları ile yüksek platoları burada yer alır.  (4)Sincan’ın çölleri;  Kuzeybatıda, Rusya
Federasyonu sınırındaki uzak ve izole Sincan’dır; günümüzde  Sincan-Uygur Özerk Bölgesiolarak bilinmektedir. Sincan Tiyenşan Dağları ile ayrılmış iki çok büyük havza (Tarım Havzsı
/Taklamakam Çölü ve Çungarya Havzası) ile daha küçük birkaç havzayı kapsamaktadır.
Japonya,  Asya’nın doğu kenarı boyunca, bir yay oluşturacak şekilde kuzeydoğudan
güneybatıya doğru uzanan dağlık bir takımada grubu üzerinde yer almaktadır. Dört büyük ada
Japonya’nın % 97’sini kaplar: En büyükleri merkezde yer alan  Honşu’dur. Bu ada ülkenin
ekonomik çekirdeği ve anakarasıdır. Diğer büyük adalardan  Hokkaido kuzeyde,  Şikoku ve
Kyuşu güneybatıdadır. Honşu, Şikoku ve Kyuşu arasında İç Deniz uzanır; burası Japonya’nın
ekonomik ve kültürel anacaddesidir.
Japon adalarının genel topografik kalıbını hafif engebeli tepelik alanlar, yüksek ve
engebeli dağlar ve dağların denizlere bakan kenarlarında yer alan küçük ve birbirinden uzak
ovalar oluşturur. Aslında Japonya’nın fiziki yapısı iki temel özelliğe sahiptir: “adasallık” ve
“düz alanların sınırlı oluşu”. Ülkenin toplam arazisinin 3/4’ünü dağlar kaplar. Adalar o kada
genç b ir topografyaya sahiptir ki, yamaçlar alışılmadık bir şekilde dik ve zirveler sivri
uçludur. En büyük ve en önemli ovalar Honşu Adası’nda yer alır; ancak en genişleri olan
Kanto/Tokyo Ovası bile yaklaşık 13.000 km
2
alan kaplar. Japonya bu dağlık yapı dahilinde
çok sayıda (200’ün üzerinde) volkana sahiptir. Japon adaları, aynı zamanda dünyanın sismik
açıdan en aktif bölgelerinden birisi üzerinde de yer alırlar. Japonlar için en büyük potansiyel
tehlike depremlerdir.
Ülkenin iklimini kıtasal ve denizsel etkilerin karışımı belirler: adaların Asya’nın Pasifik
Okyanusu’na bakan doğu kıyısındaki lokasyonu, büyük enlemsel uzanışları (31
0
kuzey ve 45
0
güney enlemleri arasında yer alırlar), yüzey şekillerinin karmaşıklığı ve 3.000 m’nin
üzerindeki yükselti farklılıkları, iklim koşullarında büyük çeşitliliklere yol açarlar. Bununla
birlikte, Japonya’nın iklimini belirleyen tüm etkenlerin en önemlisi musonal hava kütleleridir.
Sıcaklıklar genel olarak kuzeyden güneye gidildikçe yükselir. Gerçek bir kurak mevsim
yoktur, yağış bol ve tüm yıl boyunca ürün yetiştirilmesi için  yeterlidir. Topraklar genelde
düşük bir verimlilik düzeyine sahiptir. Fakat, diğer Doğu Asya ülkelerinde olduğu gibi,
Japonya’da da genç alüvyal topraklar çok yüksek bir değer taşırlar; nüfusun taşkın ovaları ve
deltalarda yoğunlaşmasının en büyük nedenlerinden birisi bu verimli toprakların varlığıdır.
Bitki örtüsünün en önemli özelliği, farklı enlemlerde ve daha sıcak bölgelere özgü birçok
elemanı da içeren, büyük bir çeşitlilik (palmiyeler ve orkidelerden akçaağaç ve çamlara kadar)
sunmasıdır. Genelde kuzeyden güneye doğru kuşaklar halinde uzanan üç genel orman kuşağı
belirlenmektedir: Kuzey ve Doğu Honşu’da yayılış gösteren “boreal ormanlar”; Güneybatı
Hokkaido ve Honşu’nun kuzeyi ile daha güneydeki belirli yüksek alanlarda “ılıman ormanlar”, Honşu’da, yaklaşık Tokyo Ovası’nın bulunduğu enlemde deniz seviyesine kadar
inen ve ülkenin güneybatısındaki alçak yamaçları ve ovaları kaplayan subtropikal ormanlar.
Japonya’nın nüfusu 127 milyonu (2010’da 127.4 milyon) aşmıştır. Nüfusu hızla
artmamasına rağmen, yapısındaki ve dağılışındaki değişimler sosyal ve ekonomik içerikleri
açısından büyük önem taşımaktadır. Günümüzde Japonların nüfus kontrolü deneyimleri en
olgun başarı –belki de aşırı başarı- örneği olarak görülmektedir. Doğum oranındaki ve daha
sonra da nüfus artış oranındaki düşüşler artık alarm vermektedir. Ortalama ömür uzamıştır,
fakat nüfus hızla yaşlanmaktadır. Japonya’da nüfusun dağılışı yüzey şekilleri ile yakından
ilişkilidir. Düzlük ve verimli topraklara sahip olan alanlar ile alüvyal ovalar yoğun
nüfuslanmışlardır. Böylece, nüfus, Tokyo Ovası’ndan güneye –Osaka’ya doğru uzanan ve İç
Deniz ile kuzeybatı Kyuşu’nun her iki kıyılarını da içeren düzensiz bir kuşakta, ülkenin
Pasifik kıyısı boyunca yoğunlaşmıştır. Japonların % 78.9’u şehirlerde yaşamaktadır. Bu
ülkede şehirleşmenin en çarpıcı özelliği, şehirsel nüfusun ülkenin küçük bir kısmında, batıda
Kitakyuşu/Şimonoseki’den doğuda Tokyo’ya kadar uzanan çekirdek alan üzerindeki
şehirlerde yoğunlaşmış olmasıdır.
Japonlar doğal çevre koşullarının olumsuzluğun, adaların oldukça küçük bir alan
kaplamasına ve kaynakça fakir olmalarına rağmen ekonomik mucizelerini
gerçekleştirmişlerdir. Ekonomide görülmemiş büyüme oranlarına erişilmiş, bu da sanayi
faaliyetlerindeki hızlı gelişmeye dayanmıştır. Sanayi faaliyetleri belirli alanlarda
yoğunlaşmıştır: Kanto Ovası (Tokyo, Yokohama, Kawasaki), Kansai kesimi, Nagoya,
Kitakiyuşu, Niigata, Toyoma ve Muroran. Japonya’nın % 16’sında tarım yapılabilmektedir.
Bir yandan tarım alanları başka kullanışlara sahne olurken diğer yandan da daha önve elverişli
olmayan alanlarda tarım faaliyetleri hızla yaygınlaşmaktadır. Bununla birlikte, yetiştirilen
ürünler çoğaltılmış ve verimde önemli artışlar sağlanmıştır.
Japonya, büyüklükleri, gelişmeleri ve fiziksel yapıları bakımından birbirinden farklılıkları
büyük fakat kendileri küçük olan bölgelerden oluşmaktadır (1)Hokkaido; Japonya’nın en
kuzeyde yer alan adasıdır. (2)Tohoku; Honşu’nun kuzeyinde yer alan ve güneydeki çekirdek
alan ile kuzey sınır bölgesi arasında geçiş zonunu oluşturan bölgedir.     (3)Merkezi ve
Güneybatı Japonya; Ülkenin nüfusu, tarım ve sanayi faaliyetlerinin çok büyük kısmının
toplandığı subtropikal kalbidir.                
Doğu Asya’nın doğusundaki Kore Yarımadası iki ülke tarafından paylaşılmaktadır. Kore
1910-1945 yılları arasında yaşanan Japon işgali altında kalmış, daha sonra Sovyetler Birliği
ve A.B.D. kuvvetleri adaya çıkartma yapmış, kuzey ve güneyin farklı siyasal rejimleri benimsemesi ve Kore Savaşı’nın ardından Kuzey ve Güney Kore olmak üzere ikiye
bölünmüştür.  Kuzey Kore  (resmi adıyla  Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti)  topraklarının
yaklaşık % 80'i dağ sıralarından ve platolardan oluşur. Ülkenin kuzeydoğusunu ortalama
yüksekliği 1.000 m'yi bulan Kema Platosu kaplar; platonun kuzey kenarında ülkenin en
yüksek noktası Pektu Dağı (2.774 m) yükselir. Orta kesimden ise kuzey-güney
doğrultusundaki Nangim Dağları geçer. Bu dağlardan güneybatıya doğru birbirine paralel dağ
sıraları uzanır. Aralarındaki geniş akarsu vadileri, Pyongyang ve Çeryang kıyı ovalarıyla
birleşir. Bu kıyı ovaları (özelikle Pyongyang) ülkenin en yoğun nüfuslu kesimlerini
oluştururlar. Kuzey Kore’nin nüfusunun (22.8 milyon) eşitsiz dağılışı dışındaki bir diğer
önemli özelliği de etnik açıdan son derece homojen bir yapı göstermesidir (% 99.8'ini
Koreliler oluşturur). Kore Yarımadası’nın güney bölümünde ise Güney Kore yer alır. Güney
Kore’nin arazisinin büyük kısmı dağlıktır ve tarıma elverişli değildir. Daha çok ülkenin
batısında ve güneybatısında yer alan düzlükler toplam alanın % 30 kadarını oluşturur. Güney
Kore başlıca dört bölgeye ayrılır: (1)yüksek dağlar ve dar kıyı ovalarıyla kaplı doğu bölgesi;
(2)geniş kıyı ovaları, nehir havzaları ve yuvarlanmış tepelerden oluşan batı bölgesi; dağlar ve
vadilerle kaplı güneybatı bölgesi; (4)Nakdong Nehri’nin geniş havzasının egemen olduğu
güneydoğu bölgesi. Kuzey Kore gibi Güney Kore’nin nüfusu (48.9 milyon) da etnik yapı ve
konuşulan diller açısından homojendir. Nüfusun büyük kısmı (% 85 kadarı) şehirlerde yaşar.
Güney Kore “Asya’nın Kaplanları” olarak adlandırılan ve 1060’lardan beri dünyanın
ekonomisi en hızlı büyüyen ülkelerinden birisidir. Ekonomisi büyük ölçüde uluslararası
ticarete bağlıdır; dünyanın 6. en büyük ihracatçısı ve 10. en büyük ithalatçısıdır.
Moğolistan Doğu Asya’nın kuzeyinde yer alır. Moğolistan 1911  yılında Çin’in Mançu
Hanedanı'nın yıkılışı sırasında bağımsızlığını ilan etmiş, fakat bağımsızlık mücadelesi 1915’e
kadar sürmüştür. Kore gibi Moğolistan da ikiye bölünmüştür. İç Moğolistan Çin’in
hâkimiyetinde bir özerk bölge haline getirilirken, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Dış
Moğolistan’da Moğolistan Halk Cumhuriyeti kurulmuş ve Moğolistan 1945’te bağımsızlığını
ilan etmiştir. Moğolistan 1.564.116 km
2
yüzölçümü ile dünyanın en büyük dokuzuncu ülkesi,
fakat (2.8 milyon) aritmetik yoğunluklar açısından en seyrek nüfuslu ülkedir.
Moğolistan dağlık bir ülkedir. Dağlar kuzey ve batıda geniş alan kaplar (ortalama
yükseltisi 1.580 m), güney ve güneydoğusunda ise Gobi Çölü yer alır. Ülkenin büyük
kısmında yağışın az olduğu ve büyük sıcaklık farklılıklarının görüldüğü sert bir karasal iklim
hüküm sürer. Ülkenin en büyük şehri başkent Ulanbator’dur ve toplam nüfusun % 38'i bu
şehirde yaşar. Moğolistan hızla şehirleşmektedir; şehirlerde yaşayan nüfusun oranı günümüzde % 60’ı geçmiştir. Geri kalanın büyük çoğunluğu (% 30 kadarı) geniş alanlar
kaplayan bozkırlarda göçebe gruplardan oluşur.  Bu büyük ülkede tarımsal alan kısıtlıdır;
1990’dan sonra ekonomik yapıda önemli değişiklikler görülmesine rağmen, devlet çiftlikleri
tarımsal (özellikle buğday yetiştiriciliğinde) üretimdeki önemlerini korumaktadırlar.
Gelişmekte olan sanayi faaliyetleri Ulanbator ve yeni kurulan Darhan’da yoğunlaşmıştır.
Moğolistan bakır, maden kömürü, tungsten, molibden, altın ve kalay gibi yeraltı kaynaklarına
sahiptir; Erdenet’de yer alan bakır yatakları Asya’nın en önemli bakır yatağıdır (dünyada da
ilk on sırada yer alır).
2.3.3. Güneydoğu Asya
Güneydoğu Asya, Asya kıtasının güneydoğu köşesindeki sayısız adalar, yarımadalar ve
bunların arasına giren sığ iç denizlerden oluşan bir bölgedir. Bölge toplam 4.6 milyon km
2
’lik
yüzölçümüyle dünya yüzölçümünün yalnızca yüzde 3’ünü kaplar. Günümüzde 500 milyonu
aşkın insanın yaşadığı Güneydoğu Asya yüzölçümleri, nüfus yoğunlukları, kaynak
potansiyelleri ve gelişme düzeyleri bakımından birbirinden çok farklı 10 ülke arasında
paylaşılır:  Myanmar,  Tayland,  Laos,  Kamboçya,  Vietnam,  Malezya,  Singapur,  Endonezya,
Brunei ve Filipinler.
Güneydoğu Asya’da  çevresel faktörler  yaşam ile arazi arasındaki ilişkinin anlaşılıp
yorumlanmasında çok önemli bir role sahiptirler. Bölgenin Asya anakarası üzerinde kalan
bölümü engebeli bir topografik yapıya sahiptir. Bölgenin kuzeyinde, Himalaya Dağları’nın
doğu ucu güneye doğru keskin bir açı ile kıvrılarak bölgeye girer ve kuzey-güney
doğrultusunda uzanan dağ sıraları şeklinde uzanır. Bunların en batıda olanı Arakan
Sıradağları’dır ve Burma-Hindistan sınırını oluşturur. Daha doğudaki ikinci dağlık sırayı,
Burma ile Tayland arasındaki sınırı belirledikten sonra Malay yarımadasına doğru uzanan
dağlar oluşturur. Anakara üzerindeki üçüncü dağ sırası Annam Sıradağları’dır; dördüncü dağ
sırası da, güneydoğuya doğru yönelerek Vietnam’ı  Çin’den ayıracak şekilde uzanmaktadır.
Bu yüksek alanlar tarafından çevrelenmiş olan vadilerde, Güneydoğu Asya’nın büyük
nehirleri uzanır: Burma’nın Irravadi ve Salven nehirleri, Tayland’ın Çao Phraya nehri,
Kamboçya ve Vietnam’ın Mekong nehri ve Vietnam’ın Kızıl nehri. Güneydoğu Asya’nın
denizler üzerinde kalan kısmında ise dağlık bünyeler Selebes, Borneo ve Filipinler’de devam
eder. Dağların okyanus tabanından dik bir şekilde yükseldiği Endonezya ve Filipin yaylarında depremler ve volkanik faaliyetler sık sık tekrarlamaktadırlar. Buna karşılık,
Güneydoğu Asya’nın iç kısımları, depremlerin görülmediği ve temelini eski kütlelerin
oluşturduğu artık dengeye oturmuş bir alandır. Güneydoğu Asya’da 3 tip arazi şekli görülmektedir: Genç tektonik ya da volkanik dağlar, parçalara ayrılmış peneplenler
(Burma’da Şan Plâtosu, Tayland’da Korat Plâtosuve Kamboçya’da Kamboçya Fincan Tabağı
olarak adlandırılan alçak bölüm) ve daha yakın geçmişe ait alüvyal ovalar. Güneydoğu
Asya’nın iklimi yaz ve kış musonlarının bir ürünüdür. Yaz aylarında, güneybatıdan esen
muson rüzgârları (yaz musonları) bölgenin üzerini yoğun bulutlarla kaplar ve yoğun yağış
(bazı yerlerde 5.000 mm) bırakırlar. Kış aylarında ise, daha kuru ve daha soğuk olan
kuzeydoğu yönlü musonlar  (kış musonları) bu yöne bakan yamaçlar haricinde, daha az
yağmur bırakırlar. Bölge genelinde sıcaklıklar her zaman yüksektir ve beşeri faaliyetler
üzerindeki etkisi de (yalnızca ayrı bir soğuk mevsimin görüldüğü Kuzey Vietnam dışında)
sınırlıdır. Asya’nın hiçbir kısmında sıcaklıklar yıl boyunca Güneydoğu Asya’da olduğu kadar
birbirine yakın değildir. Ekvatora yakın kısımlarda ve deniz seviyesinde, ortalama aylık
sıcaklıklar arasındaki fark yalnızca 2-3 derecedir. Buna karşılık günlük sıcaklık farkları çok
daha büyüktür (örneğin Singapur’da gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkın 22
0
C’ye kadar
çıkar). Güneydoğu Asya’da bitki örtüsü (beşeri faaliyetin yoğun olduğu deltalar, kıyılardaki
alçak alanlar ve alüvyal vadiler dışında) yağış rejimine bağlı olarak değişmektedir. Bölgede
yağışın (2.000 mm’nin üzerinde) ve nemin bol olduğu yerlerde son derece yoğun ve her
zaman yeşil tropikal yağmur ormanları, yağışta musonlara özgü değişikliklerin görüldüğü
yerlerde tropikal ormanlar kadar sık olmayan ve yapraklarını döken muson ormanları uzanır.
Muson ormanları özellikle kereste elde edilmesinde önemli bir yeri olan tik (teak) ağacının
yetişme alanlarıdır. Bölgede kauçuk, hindistan cevizi, hurma ve kapok ağaçları ile çay ve
kınakına gibi türleri kapsayan suni ormanlar da oluşturulmuştur. Orijinal ormanlarının tahrip
edildiği yerlerde ise bunların yerini “imperata” çayırları almıştır; ayrıca turbalıklardaki
bataklık ormanlarına ya da bazı yerlerde kıyıları sınırlandıran mangrov ormanlarına kadar
içlerinde binlerce türün  barındığı çok daha değişik formasyonlar da görülmektedir.
Güneydoğu Asya’da üç 3 toprak tipi görülmektedir: Volkanik topraklar (bazik karakterdekiler
pirinç tarımı için son derece önemlidir), lateritler (daha çok Tayland’ın doğusu, Kamboçya ve
Borneo’da) ve alüvyal depolar.
Güneydoğu Asya’nın nüfusunun en belirgin özelliği eşit dağılmamasıdır. Bölgede nüfusun
yoğunlaştığı alanların başında başlıca nehirlerin alüvyal topraklardan oluşmuş vadi ve
deltaları gelir; Irravadi, ÇaoPraya ve Kızıl nehrin deltaları ve Vietnam’daki Tonkin ovası
Güneydoğu Asya’nın anakarada kalan kısmında en yoğun yerleşilmiş alanlardır. Bölgede
volkanik toprakların bulunduğu alanlar (Selebes adasının güneyi, Sumatra’nın bazı kıyı
kesimleri, Filipin adalarının bazıları ve özellikle Endonezya’nın Cava ile Bali adaları) da benzer nüfus yoğunluklarına sahiplerdir. Plântasyon ekonomisine bağlı olarak, Malaya
yarımadasının batı kıyısı boyunca yoğun nüfuslu bir kuşak daha göze çarpar. Buna karşılık
özellikle yağmur ormanları ile kaplı olan yüksek alanlar nüfusun en seyrek olduğu
kısımlardır.
Bölge nüfusunun çoğunluğu kırsal alanlarda yaşar. Tarımsal yerleşmelerin en ortak şekli
toplu ya da çekirdekleşmiş köylerdir. Fakat bunlar farklı tip (örneğin Merkezi Burma’daki
surlu köyler) ve büyüklüklere (örneğin Merkezi Tayland’daki köyler büyük, Endonezya’da
Cava ve Sumatra’da ya da kıtasal Güneydoğu Asya ve Kalimantan’ın yüksek alanlarındaki
köyler ise daha küçük tiplerini oluştururlar) sahiplerdir. Şehirler ise bölgenin bir ucundan
diğerine benzer arazi kullanılış kalıpları sergilemektedirler: (1)hepsi hızlı bir nüfus artışına
sahne olurlar; (2)varlıkları son derece azalmakla birlikte, yabancılar hâlâ şehirlerin ticari
yaşamlarında karar verici rol oynamaktadırlar. (3)büyük kıyı şehirleri hem başlıca limanlar
olarak dış ticaret ve denizcilik faaliyetlerine hizmet verirler hem de iç kısımlardaki toplamadağıtma faaliyetleri için de birer merkez haline dönüşmüşlerdir. (4)hepsi birbirine benzer
şehir içi arazi kullanılış kalıpları sergilerler. Bölge ülkelerinin hemen tümünde şehirsel
nüfusun büyük bir kısmı “başlıca şehir”de (ya da “primate city”de) yaşamaktadır.
Güneydoğu Asya yakın yıllara kadar bir bütün olarak dünyanın yoksul bölgeleri arasında
yer alıyordu. Fakat günümüzde bölgenin ekonomik coğrafyasında (daha çok sanayi ve
özellikle imalât faaliyetlerinde) önemli bir büyüme bazı gelişmeler açıkça görülmektedir.
Bununla birlikte, tarım bölge genelinde hâlâ en önemli ekonomik faaliyettir. Güneydoğu
Asya’da üç tarımsal sistem yaygındır: (1)Göçebe tarım faaliyeti; Vietnam ve Laos’da Annam
Sıradağları, Tayland’ın doğusu, Burma’daki dağlık alanlar, Kalimantan (Borneo), IrianJaya,
Sumatra’nın büyük kısmı ile Malay yarımadasının doğusunda ormanlarla kaplı yüksek
alanlarda yaşayan kabile gruplarının önde gelen ekonomik faaliyetidir. Ağaçların kesilip
yakılmaları ve bunların külleri ile toprağın verimliliğinin arttırılmasına dayanır; verim ya da
alınan ürün miktarı azaldığında da bu alanları terk edilir ve başkan bir yerde aynı döngü
tekrarlanır. Fakat çevre üzerindeki etkileri (özellikle ormanların tahribi) konusunda önemli
tartışmalar bulunmaktadır. (2)Sulamalı pirinç tarımı; bölgede tarımsal faaliyetin en ortak ve
en yaygın şeklidir. Delta ovaları, vadiler ve taraçalandırılmış yamaçlar gibi yoğun olarak ekili
alanların çok büyük kısmında sulamalı pirinç tarımı (paddy) yapılmakta ve bölge dünyanın
pirinç üretim (Güney Asya ile birlikte % 90’ın fazlası) merkezi olarak görülmektedir.
(3)Plântasyon Tarımı; bu ticari tarım türü bölgede Avrupalılar tarafından başlatılmıştır.
Günümüzde en önemli ürünler kauçuk, palmiye yağı, kahve, çay, tütün ve hindistan cevizidir.Güneydoğu Asya farklı özellikler sunan ormanlarında çeşitli kaynaklara sahiptir. Bölgede
geniş yayılış gösteren tropikal yağmur ormanlarından elde edilen kereste ürünleri (tik, abanoz,
sandal ve daha çok Filipinler’e özgü maun) ülkelerin çoğu için büyük öneme sahiptir.
Özellikle Malezya, Endonezya, Filipinler, Myanmar, Tayland ve Vietnam’da ormanlardan
faydalanma ekonomik yapıda büyük öneme sahiptir. Bölge, diğer yandan, aralarında metal
madenler ve fosil yakıtların da bulunduğu, bazı önemli maden kaynaklarına da sahiptir. Bu
kaynakların en çok bilineni, başlıca üretim kuşağının Malay Yarımadası ve komşu adalarda
yer aldığı kalaydır. Ayrıca bakır (Filipinler’in kuzeyinden başlayarak Moluk Adaları’na ve
Yeni Gine’de Bougainvill’e kadar uzanan alanda), nikel (Endonezya ve Filipinler’de
yoğunlaşmıştır), demir (Malaya ve Filipinler’de) ve petrol (Endonezya, Malezya, Brunei,
Myanmar, Tayland, Vietnam ve Filipinler’de) yatakları da bölgesel öneme sahiptir.
Güneydoğu Asya’da sanayi faaliyetleri ise sömürge döneminde gelişmeye başlamış ve 20.
yüzyılın son çeyreğinde bu gelişme kuvvetlenmiştir.
2.3.4. Güney Asya
Güney Asya kıtanın diğer yerlerinden kuzeyden dünyanın en büyük sıradağları olan geniş ve
muazzam Himalayalarla, doğu ve batıya doğru da bunların uzantılarıyla ayrılmıştır. Kuzey,
doğu ve güneye doğru Güney Asya dağlar, ormanlar, kıyılarla çevrilmiştir ve bu durumuyla
da dünyanın en iyi tanımlanmış fizyografik alemlerinden birisini oluşturmaktadır. Gerçekten
de Güney Asya alemini olağanüstü fiziksel zıtlıklar tanımlar. Dünyanın en kurak yerlerinden
biri de, en fazla yağışlı yerlerinden biri de bu alemde yer alır; tüm dağ sıralarının en yüksek
ve en büyükleri devasa akarsu yataklarının etrafını çevreler; yoğun yağmur ormanları
yaşamsız çöllerle zıtlık oluşturur; bir alanda tarımın sorunu suyun azlığıyken, bir başkasında
da çokluğudur.
Bütün Güney Asya alemi 4.516.396 km
2
’dir; batıda İran sınırından doğuda Myanmar’a ve
Hindistan yarımadasının en güney ucundan Keşmir’in en kuzeyine kadar uzanır. Bu sınırlar
içinde, Güney Asya başlıca beş bölgeye ayrılabilir: (1)Hindistan; (2)batı, Pakistan’da
odaklanır; (3)doğu, Bangladeş’te odaklanır; (4)güneydeki adalar –Sri Lanka ve Maldivler; ve
(5)Keşmir’den Nepal ve Bhutan’a kadar olan kuzeydeki dağlık alan.  Fizygrafik bölgeler
açısından bakıldığında ise, açıkça kendisini belli eden üç büyük bölge ayırmak mümkündür:
1)Kuzeydeki Dağlık Alan: Kuzeybatıdaki Hindu Kuş ve Karakurum sıradağlarından
başlayıp ortada kalan Himalayalarla) uzantısını Bhutan’daki dağ sıralarına ve en doğudaki Hint eyaleti Arunaçal Pradeş’e kadar sürdürür. Fakat bölgenin en büyük ülkesi Hindistan’da
asıl ağırlığını hissettiren bu alt-bölge değil, aşağıda ele alınan diğer iki bölgedir.
(2)Akarsu Havzalarının Düzlükleri: Çoğu kez genel bir adla  “Kuzey Hindistan Ovası
“olarak da anılan bu kuşak: (a)Pakistan’ın aşağı İndus vadisinden (bu alan Sind olarak bilinir)
başlar, daha sonra (b)Hindistan’da Ganj nehri vadisinin yarattığı geniş ovayı içine alır ve
doğuda (c)Bangladeş’te Ganj ve Brahmaputra’nın birleşerek yarattığı büyük çifte deltaya
doğru doğuya uzanır.
(3)Güney Platosu: Hindistan yarımadası, esas olarak, dev Dekkan Platosunun egemen
olduğu bir alandır. Dekkan (“Güney” demektir) doğuya doğru eğrilmiş ve bu yüzden de en
yüksek kesimleri batıda yer almıştır. Dekkan’ın kuzeyinde başka iki plato daha uzanır: Batıda
Merkezi Hint Platosu ve doğuda da Chota-Nagpur Platosu. Bu platonun kenarları aynı
zamanda da Gatlar denilen (sözcük olarak anlamı tepeler –bir başka anlamı da merdivenler)
dağlarla belirlenmiştir ve Gatlar oldukça dar kıyı ovalarına doğru inerler.
Doğu Asya ülkeleri 1.5 milyara yaklaşan toplam nüfuslarıyla dünyanın en büyük iki
toplanma alanından birisini (diğeri Doğu Asya) oluşturmaktadırlar. Güney Asya, aynı
zamanda da, dünyanın bilinen en eski medeniyet-kültür ocaklarından birisidir ve daha sonra
Britanya sömürge imparatorluğunun da köşe taşlarından birisi olmuştur.
Güney Asya olarak ayrılan bölgede yer alan ülkelerin kendilerinin başka yerlerden ayırt
edilmelerini sağlayan özellikleri vardır ve bunların bazıları oldukça çarpıcıdır. Kısaca
özetlemeye çalışarak bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
Nepal, Dünyanın Tek Hindu Krallığı’ydı  –28 Mayıs 2008’de “Cumhuriyet” haline
gelmesine karar verildi. Bununla birlikte, önemli fiziki coğrafya özellikleri de vardır: Bunların
başında da yükselti gelir: en alçak nokta 70 m’de başlar ve çok kısa bir mesafe içinde en
yüksek nokta 8,850 m’deki Everest Tepesi’ne tırmanır. Dünyanın en yüksek 10 zirvesinden
8’i burada yer alır; “Üçüncü Kutup” denilen Everest de burada alır. Diğer dağların büyük
kısmı yine 8.000 m’nin üzerindedir.
Bhutan, Dünyanın Tek Budist Krallığı’dır. Küçük Bhutan Krallığı bir yüksek dağlar ve
derin vadiler ülkesidir. Güneyde Hindistan sınırında 12 ile 16 km arasındaki genişlikte Duars
denilen dar bir alçak alan, bir ova uzanır. Kuzeyde İç Himalayalar denilen yüksek dağlar
geniş ve derin vadilerle parçalanmış durumdadır. En uzak kuzeyde ise Büyük Himalayalar
burada da 7.000 m’nin üzerinde yükselirler. Yüzyıllarca dış dünyadan yalıtılmış olarak kalmış; krallık hiçbir zaman yabancı istilasına uğramamış ya da başkaları tarafından
fethedilmemiştir.
Sri Lanka,  “Güney Asya Trajedisi” olarak anılan bu ada-ülke ekonomik sorunlar kadar,
bazıları Hindistan ve Pakistan’ınkiyle aynı fakat bazıları onlarınkinden değişik siyasal
sorunlarla da uğraşmak zorundadır. Sri Lanka Hindistan Yarımadası’na yakınlığı ve
okyanusla bağlantılı ticaret ve fetihlere açık olmasından kaçınılmaz bir şekilde etkilenmiştir.
Tamillerle Sinhalezlerin çatışmasından dolayı burada oluşmuş olan “devlet içinde devlet” ya
da “insurgent state” modeli yakın yıllarda (Küba, Nikaragua, Peru gibi) başka ülkelerde de
görülmüştür.
Bangladeş’e yapılabilecek ilk yakıştırma “Şanssız Ülke” olmaktadır. Bangladeş, gerçek
bir  fiziki yerdir; neredeyse tek bir bölgeden oluşmuştur: tümü, popüler bir deyimle
“deltaik”tir. Bangladeş’te Ganj ve Brahmaputra nehirlerinin (ve de Meghna) birleşik deltası
ülkenin tümüne yakınını kapsar, tümüne yakınını ilgilendirir. Arazi her iki akarsudan ayrılan,
bazen 30 km genişliğe erişen ama derinliği 5 m’yi geçmeyen 200’den çok dağıtım
kanallarıyla parçalara ayrılmıştır. Ganj-Brahmaputra delta ovası akarsuların yarattığı
kanallardan meydana gelmiş bir labirent gibidir. Az ve öz deyişle burası “yeni çamur, eski
çamur ve bataklık” diye tanımlanır. Eğer genel olarak bu kesimdeki ayrı ayrı alanların tümünü
deltaik özellik olarak alırsak (ve Meghna’nın gerisindeki Surma Vadisini de katarak), o zaman
burası dünyanın en büyük deltası olur. Ama sözcük anlamını kesin ve dar şekliyle alırsak,
Ganj, Ganj-Brahmaputra ya da başka bir deyişle Bengal Deltası çok daha küçüktür ve
tanımlanması da hiç kolay değildir. Bu bakımdan bölgenin çok büyük kısmı gerçek delta ile
kuzeye doğru büyük alüvyal yelpazeler kütlesi  –Strickland’s paradelta- olarak nitelenebilir.
Buradaki deltanın tanımı için çok girişimler yapılmıştır.
Ama Bangladeş aynı zamanda gerçek bir beşeri yerdir –dünyadaki en yoksul ülkelerden
birisidir. Kişi başına 470 $ yıllık geliriyle, Birleşmiş Milletler dünya sıralamasında 186’ıncı
sıradadır. Hindistan’ın büyük kısmında olduğundan çok daha yüksek olan nüfus artışı
Bangladeş’in en büyük derdidir.
Pakistan; Kuruluşundan sonra sürdürdüğü tek bir ülke halinde ayakta kalma savaşı “yeni
bir meydan okuma” olarak algılanan Pakistan için “eğer Mısır’a ‘Nil’in hediyesi’ denilirse,
Pakistan’a da “’İndus’un hediyesi’ denilebilir” yorumu getirilmiştir. İndus nehri ve en büyük
kolu Sutlej (Satleç) bu çok nüfuslu ülkenin kalbini meydana getiren yaşam damarlarını
beslemektedirler.    “Meydan Okuma” şeklindeki nitelemenin nedeni 1970’lerin başında, tamamen yeni bir
başkentin Rawalpindi’den kısa bir mesafede Keşmir sınırında “İslamabad” adıyla kurulmuş
olmasıdır. Bu yeni planlı şehir bu konumuyla ve adıyla çatışma halinde olduğu Hindistan’a
bir meydan okuma olarak algılanmıştı. Bu durum da yalnızca Pakistan’ın kültürel ve
ekonomik  heartland’inin içerde bulunma konumunu doğrulamakla kalmamakta, aynı
zamanda da ülkenin kuzeydeki varlığını mücadele içinde vurgulamaktaki kararlılığını da
göstermektedir. Pakistan’ın aşırı derecede sınıra yakınlık gösteren Lahor yerine Karaçi’yi
seçerken gösteremediği bir güvenlik duygusunun da  delili olmaktadır. Ayrıca, başkente
İslâmabad adını vererek de, Pakistan, Müslüman olan temelini Hindu meydan okuyuşuna
karşı ilân etmiştir.
Hindistan;
“Hindistan alt-kıtası, çeşitli ırkların ve insanların toplanıp içine yakalandığı derin bir ağ
olmuştur hep”. “Hindistan yaşamın hemen her anında her çağdan meraklı dikkatleri
kendine çekmiştir, onları heyecanlandırmıştır”
Bunları söyleyen Rennell şöyle sürdürüyor sözlerini: “İklimin çekiciliğiyle yaratılan
yumuşaklık ve kadınsılık ve neredeyse kendiliğinden üretim yapan toprağın çoğaltıcı doğası
Hindistan halkını daha güçlü komşularının saldırılarına açık tutmuş ve onları her yabancı
saldırgan için kolay av kılmıştır. Sonuç ise, Hindistan’ın dalga dalga fetih ve yerleşmelere
sahne olmasıdır”.
Büyük Güney Asya üçgeninin yaklaşık üçte ikisini tek başına kaplayan ülke Hindistan’dır;
günümüzün dünyadaki en çok nüfuslu demokrasisi ve en büyük nüfuslu federal devletidir.
Hindistan’da Sahra-altı Afrika, buna ek olarak Kuzey Afrika/Güneybatı Asya’nın birlikte
nüfuslarından daha fazlası yaşamaktadır –yani 74 ülke nüfusu toplamından daha çok... Eğer
Hindistan tek bir devlet olarak kalabilirse, dünyanın da nüfus bakımından birinci en büyük
ülkesi olacaktır. Bir üniter ülke olma durumunu sürdürdükçe de yirminci yüzyılın siyasalcoğrafi mucizelerinden birisi olacaktır. Hindistan korkunç bir etnik, dinsel, linguistik ve
ekonomik zıtlıklar ve farklılıkların mozaiği halindedir; birçok ulusun içinde yaşadığı bir
devlettir; yarım yüzyılı biraz aşan sürede temelde demokratik bir ülke olarak kalmayı ve
federal sistemi sürdürmeyi başarmıştır.
Hindistan 28 eyalet ile eyalet toprağı adını taşıyan 7 idari birimden oluşmaktadır. 1947’de
bağımsızlığın ardından Hindistan hükümeti ülkeyi bölgesel dillere göre yeniden örgütlemiş ve
tüm Hintlilerin 1/3’ü tarafından konuşulan Hindi tüm ülke için resmi dil ilan edildi. Ancak,
daha çok kuzeyde toplanmış olan bu dili konuşan grubun egemenliğini istemeyen güneydeki Hintliler buna tepki gösterdiler ve şiddet olayları meydana geldi; bu nedenle de bu karardan
hemencecik vazgeçip resmi dil olarak (“şemsiye” dil) İngilizce benimsendi. Günümüz
Hindistan’ının belli başlı bölgesel dillere göre ayrılmış siyasal-coğrafi çerçevesi
Hindistan’daki birçok toplum için doyurucu olmamıştır; resmen kabul edilmiş 17 dilin dışında
da birçok dil konuşulmaktadır. Din de Güney Asya’nın ve Hindistan’ın siyasal coğrafyasını
biçimlendirmeye devam etmektedir. 1947’de Güney Asya alt-kıtasının parçalanmasıyla bir
Hindu kesim (Hindistan) ve bir de Müslüman kesim (Pakistan) ortaya çıkmasından da dinsel
farklılıklar sorumluydu. Hindistan nüfusunun büyük çoğunluğu –% 83’ü- Hindudur; nüfusun
% 12 kadarını oluşturan Müslümanlar (Hindistan Endonezya ve Pakistan’dan sonra en fazla
Müslüman nüfusa sahip ülke) ile  % 2 kadarını oluşturan Sihler önemli azınlık guruplardır.
Hiyerarşik düzende en yüksek kastlar sırasıyla  Brahmanlar,  Kshatriyas,  Vaçyaslar,
Çudraslar’dır. Bu dört grubun altında, en aşağıda da hiçbir kasttan olmayanlar, yani
“Dokunulmazlar” denilen ve topraktan geldikleri sanılanlar bulunur. Toplumun en kirli
işlerini (hayvan kesmek, deri tabakhanelerinde çalışmak, çöpçülük yapmak vb gibi) yapan bu
gruptur.
2.3.5. Güneybatı Asya (Orta Doğu)
Orta Doğu, tarih öncesinden günümüze kadar sayısız etnik grupların gelişip yayıldığı, bir
yandan en ilkel topluluklar yaşarken diğer yanda en büyük medeniyetlerin kurulduğu Asya
kıtasının batı ucunda yer alan bir bölgedir. Bölge Türkiye’den İran’ın doğu sınırına kadar
uzanır ve Arabistan Yarımadası’nın güneyine kadar olan toprakları da içine alan yaklaşık 6.5
milyon km
2
’lik bir alan kaplar. Orta Doğu’nun  yüzey şekilleri birbirine hiç benzemeyen iki
büyük üniteden meydana gelmiştir: (1)Yüksek Saha; bölgenin kuzey ve kuzeydoğusunda
kalan kısmını kapsar ve coğrafi görünüme genç kıvrımlı dağ sıraları ile yükselmiş relief
şekilleri egemendir. (2)Arap Plâtosu; Bu bölüm bütünüyle eski ve devamlı aşınmaya uğramış
bir özelliğe sahiptir. Kuzeyin en belirgin özellikleri olan kıvrımlar ve yüksek dağ sıraları ile
dinamizm, Arap Plâtosu’nda yerlerini alçak plâtolar ve ovalar ile statik yapıya bırakmışlardır.
Bu çok farklı iki bölüm arasında, onların çeşitli özelliklerini taşıyan üçüncü bir bölüm, “Geçiş
Zonu” yer alır. Orta Doğu’da genç dağlar yaklaşık 2.5 milyon km
2
alan kaplarlar. Bölge
kuzeyde, doğudan batıya iki büyük sistem tarafından geçilmektedir: Kafkas Dağları ile
güneyinde uzanan Karadeniz Dağları ve Elbruzlar Alplerin Kuzey Kolu’nu, daha güneyde
Toroslar ve Zağroslar ise Alplerin Güney Kolu’nu meydana getirirler. Bu iki kol bir “Ara
Bölge” ile birbirlerinden ayrılmışlardır. Ara Bölge, bu iki kol arasında oluşmuş bir havza olmakla birlikte, ortalama yükseltisi 1.000 m olduğundan yükselmiş bir plâto olarak
belirmektedir.
Orta Doğu’da ovalar diğer morfolojik ünitelere göre oldukça az alan kaplarlar; hatta
Yüksek Saha’da yok denecek kadar azdırlar. Bunun en önemli nedeni, Yüksek Saha’nın
bütünüyle dağlar ve yüksek plâtolardan meydana gelmiş olmasıdır. Bölge ovalarının bir kısmı
Yüksek Saha’da ve onun Ara Bölge’si içinde (gerçek görünümleri ile İç Anadolu’da ortaya
çıkarlar ve Merkezi İran’a kadar bağımsız şekiller halinde uzanırlar), bir kısmı da Yüksek
Saha’nın kenar bölümlerinde (oluşmalarında tektoniğin rolü büyüktür ve en zengin örnekleri
Türkiye’de, Marmara ve Ege bölgelerinde görülür) yer alırlar. Ayrıca alüvyal ovalar
(Karadeniz Bölgesi’ndeki Çarşamba, Bafra ve Karasu ovaları gibi) ve kuzeyde Kura
Depresyonu, Çukurova ve Mezopotamya Ovası gibi daha farklı karaktere sahip ovalar da
bulunmaktadır. Bölgede çöller çok geniş sahalar kaplar; İran’ın kuzeydoğusunda Horasan’dan
başlar, Mezopotamya vadisinin batı kenarında devam eder, Büyük Suriye Çölü’nden itibaren
güneye doğru Umman Denizi’ne kadar uzanarak Arap Plâtosu’nun büyük çoğunluğunu (Daşti
Lut, Daşti Kavir, Rubülhâli Çölü, Büyük Suriye Çölü, Büyük Nefud Çölü, Küçük Nefud Çölü
başlıcalarıdır) kaplarlar.
Orta Doğu’da akarsu şebekesi bölgenin her yerinde aynı özelliklere sahip bulunmaz.
Bölgede  üç farklı drenaj şebekesi ayırt edilmektedir: (1)Ekzoreik (Denize Akışı Olan)
Sahaların Drenaj Şebekesi: Özellikle Yüksek Saha’da,bol yağış alan alanlarda yoğundur.
Türkiye’nin hemen her yeri, Elbruz ile Zağros dağlarının üzeri, Doğu Akdeniz kıyısında yer
alan dağlar ile güneyinde Kızıl Deniz boyunca uzanan plâtoların denize bakan yüzleri bu
sahalar içinde kalır. Ekzoreik sahalardaki akarsular, basit (Kafkaslarda İngur ve Kura;
Karadeniz Dağları’nda Değirmendere, Kızıldere ve İkizdere; Toroslar’da Dalaman, Aksu,
Köprüsu ve Manavgat gibi) ve kompleks (Türkiye’de Kızılırmak, Yeşilırmak, Sakarya,
Seyhan, Ceyhan, Küçük Zap ve Asi; İran’da Kızıluzun, Karun, Mend; İran ve Irak’ta Büyük
Zap ve Diyala gibi, Fırat ve Dicle ise Orta Doğu’da kompleks akarsu şebekesinin en
karakteristik örnekleridir) olmak üzere iki gruba ayrılırlar. (2)Andoreik (Denize Kesintili
Olarak Akışı Olan) Sahaların Drenaj Şebekesi: Genellikle Yüksek Saha’nın iç kısımları ile
Doğu Akdeniz kıyı bölgesindeki Gor Çukuru sahasında yer alır. (3)Areik (Dışarıya Akışı
Olmayan) Sahaların Vadi Şebekesi: Bu tür sahalar genellikle Arap Plâtosu’nda yer alırlar.
Kuzeyden güneye yani Kafkas Dağları’ndan Aden’e kadar uzanan alan üzerinde, Orta
Doğu’yu üç iklim kuşağına  -“Ilıman Kuşak”, “Sıcak Kuşak” ve “Subtropikal Kuşak”-
bölünmektedir. Fakat bu kuşaklar çok düzenli değildir; Arap Plâtosu dışında, kısa mesafeler içinde önemli değişiklikler görülebilmektedir. Sıcaklıklar da bölgenin her yerde aynı değildir.
Özellikle yaz sıcaklıkları çok yüksektir; örneğin Bağdat’ta 40
0
C’nin üzerinde iken İran’ın
güneybatısındaki Huzistan bölgesinde 53.9
0
C olarak kaydedilmiştir. Kış mevsimi ise, enlem
derecesinin düşüklüğüne rağmen bölge sürekli “Kontinental Polar Hava Kütlesi”nin baskısı
altında kaldığı için, Arabistan’ın kuzey bölümü de dahil olmak üzere oldukça soğuk
geçmektedir. En düşük sıcaklık Türkiye’de Karaköse’de-43
0
C olarak kaydedilmiştir; Tebriz
ve Meşet’te de sırasıyla  -27.8
0
C ve  -23.9
0
C’lik değerler kaydedilmiştir. Orta Doğu yağış
şartları bakımından ise gerçekten bir geçiş sahasında yer almaktadır. Çünkü bölge kuzeyde
Ilıman Kuşak’ın nemli iklim tipinin etkisi altında bulunmakta, buna karşılık güneyi tümüyle
yağışsız bir bölüm içinde yer almaktadır.  Orta Doğu’da çevre koşullarındaki bölgesel
farklılıklar doğal bitki örtüsünde de görülmektedir. Bölgenin kuzeyinde Karadeniz
kıyılarında, Kafkaslar, Elbruzlar, Zağroslar ve Lübnan dağları üzerinde nemli ve subtropikal
ormanlar; Arabistan Yarımadası’nın tamamı ile Ürdün ve Irak’ta çöl sahalarının bitki örtüsü;
İç ve Doğu Anadolu’nun yüksek plâtolarında, Güney Kafkasya, Azerbaycan, Ermenistan
plâtolarında,  İran’da, Yukarı ve Aşağı Mezapotamya’da, Güneydoğu Anadolu’da ve Orta
Suriye’de stepler, gerçek Akdeniz ikliminin görüldüğü alanlarda da Akdeniz âleminin bitki
örtüsü geniş yayılış alanına sahiptirler.
Orta Doğu günümüzde yaklaşık 300 milyon nüfusa sahiptir. Fakat nüfusun dağılışında
belirgin bir eşitsizlik görülmektedir. Bölgede nüfus“Yüksek Saha” ve “Ara Bölge” olarak
adlandırılan, diğer bir ifadeyle genel olarak sıcaklık, yağış ve toprak koşullarının yaşamaya ve
tarımsal faaliyete (özellikle sulamaya) elverişli olduğu alanlarda yoğunlaşmıştır. Türkiye’nin
Karadeniz, Marmara ve Ege kıyıları, Doğu Akdeniz kıyı şeridi, Hazar  Denizi ve Basra
Körfezi kıyıları, Mezopotamya ile Dicle ve Fırat nehirlerinin vadi boyları bölgenin en yoğun
nüfuslanmış alanlarını oluştururlar. Mutlak kuraklığın hüküm sürdüğü çöller ile yaşam
koşulların çok güç olduğu çöllere komşu alanlar ise nüfus kümelerinden yoksundur. Bölge
nüfusu dinsel, dilsel ve etnik açıdan önemli farklılıklar göstermektedir. Orta Doğu yerkürenin
yerleşme tarihi içinde, ilk şehirleşme hareketlerinin başladığı bölgelerden birisidir.
Günümüzde bölge nüfusunun % 55’i şehirlerde yaşamaktadır. Kırsal yerleşmeler ise köyler ve
bazıları geçici bazıları sürekli daha küçük iskân şekilleri (mahalle, yayla, kom, mezra, oba ve
çiftlik gibi) olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür yerleşmeler Yüksek Saha ülkelerinde
kıvrımlı ve ara bölgede dikkati çekerler. Alçak Saha’da kır yerleşmeleri çoğunlukla küçük
köyler ya da (sayıları giderek azalmakla birlikte) göçebe hayvancılık yapan grupların geçici
yerleşmeleri şeklindedir.  Orta Doğu ülkeleri ikili bir ekonomik yapıya sahiptirler. Bölge her şeyden önce dünya
enerji coğrafyasında büyük önem taşıyan petrolün başlıca üretim ve ticaret alanlarından
birisidir; fakat bu doğal kaynak bazılarında bol miktarda bulunurken, bazılarında hemen hiç
yoktur. Diğer yandan, Türkiye ve İsrail dışında sanayi faaliyetleri bölge ülkelerinde pek
gelişmemiştir. Bu nedenle temel geçim kaynağını hâlâ büyük ölçüde tarım faaliyetleri
oluşturmaktadır. Bölge nüfusunun yaklaşık % 65’inin geçimini tarımdan karşıladığı tahmin
edilmektedir. Fakat bölgenin yerleşim tarihi kadar eski olan bu faaliyet zamanımızda birkaç
ülke dışında istenilen düzeyde gerçekleştirilememektedir. Bölgenin kuzeyinde relief, güneyde
ise klimatik faktörler tarımsal faaliyetin alanını daraltmakta ve sınırlarını çizmektedir. Orta
Doğu’da ekonomik yaşamda hayvancılık önemli bir yere sahiptir; geniş alanların ot örtüsü
(steplerden Alpin çayırlara kadar değişen) ile kaplı olması kuşkusuz bunda büyük paya
sahiptir. Bölge dünyanın en eski yerleşim alanlarından biri olmasına rağmen, sanayi
faaliyetleri gelişmemiştir. Bununla birlikte, bölgede tarımsal faaliyete ve madenciliğe dayalı
bir imalat sanayisinin varlığı belirgin bir şekilde hissedilmektedir. Modern sanayi
faaliyetlerinin gelişmiş olduğu ülkelerin başında Türkiye, İran ve İsrail gelmektedir. Orta
Doğu’da geçmişi oldukça eskiye dayanan önemli bir sanayi kolu da madenciliktir. Fakat Orta
Doğu yeraltı kaynakları bakımından asıl zenginliğini petrole borçludur. Orta Doğu petrol
rezervleri açısından dünyadaki en önemli bölgelerden birisidir. Özellikle Ara Bölge’de
İran’da Huzistan’daki, Irak’ta Basra Körfezi kıyıları ile Musul’daki, Suudi Arabistan’daki,
körfez ülkelerinin kıyılarındaki ve Hazar Denizi kıyılarında Bakü çevresindeki petrol
havzaları büyük rezervlere sahiptir.
         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder